Güncelleme:
16.12.2009
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Çevre felaketi

İnsanı ve doğayı öncelik eden bir çözüme
ihtiyacımız var

Küresel ısınmanın dünya üzerindeki etkileri uzun zamandır tartışılıyor. Güneydoğu'da yaşanan sel felaketi ve kurumaya başlayan göl haberleri Türkiye'de de sorunun daha sık gündeme gelmesini sağladı.

Önlem alınmazsa 2050'ye kadar Türkiye ikliminin Kuzey Afrika iklimiyle benzerlik gösterecek şekilde değişeceği tahmin ediliyor. Tek bir ülke ölçeğinde bile tablo bu kadar kötüyken, değişikliklerin dünya genelinde meydana getireceği felaket karşısında çözüm önerileri geliştirmenin ve bunları hayata geçirmenin aciliyeti ortada.

İklim değişikliği ve küresel ısınmanın bir numaralı sorumlusu sera gazı emisyonu. Sanayi üretimi, ulaşım ve ısınma ise emisyonlarda en fazla paya sahipler. Küresel ısınmayı durdurmak için sunulan çözüm önerilerinin bir kısmı bireysel önlemlere -bunlar da önemli şüphesiz- ve bilinçlenmeye vurgu yapıyor. Ancak süreci durdurmak için 30 yıl içinde sera gazı emisyonunun %90 oranında azaltılmasının zorunlu olduğu düşünülürse, "bilinçli birer tüketici" haline gelerek elektrikli aletleri fişlerinden çekmemizin bir çözüm olduğunu düşünmek olanaksızdır. Daha bütünsel ve planlı çözümlere ihtiyacımız var. Bunun için ise enerji ve sanayi üretiminde fosil yakıtların yerine yenilenebilir -rüzgar, güneş gibi- enerji kaynaklarına geçilmesi, ulaşımda otomobil ve kamyon kullanımı yerine tren, tramvay gibi araçlara dayalı toplu taşımanın yaygınca kullanılması, havayolu ulaşımında ciddi sınırlamalara gidilmesi gibi önlemlerin acilen alınması gerekli. Bugüne kadar küresel ısınma konusunda atılmış en ciddi adım 2012'ye kadar sera gazı emisyonunda %5.2'lik bir azalmayı hedefleyen Kyoto Protokolü'dür. Hedeflenen miktarın son derece küçük olması bir yana, sera gazı emisyonunda en çok paya sahip olan iki ülke -ABD ve Avustralya henüz Kyoto Protokolü'ne imza atmış değiller. Anlaşmanın her hangi bir yaptırımı yok, imzalayıp imzalamamak ülkelerin kendi inisiyatifinde. Üstelik imza atan ülkelerin birçoğu da emisyonlarını hedeflenen miktarlarda azaltmayı başaramıyorlar. Kyoto Protokolü'nün bir başka sorunuysa karbon ticaretine -sera gazı emisyonunda kotasını dolduran ülkelerin doldurmayan ülkelerden kota satın alması- izin vermesi ki bu amaçlananın tersine ülkelere daha fazla emisyon yapma olanağı sağlıyor.

Türkiye de en çok sera gazı emisyonu yapan ülkeler arasında ilk yirmi içinde olmasına rağmen, Kyoto Protokolü'nü imzalamayan ülkeler arasında yer alıyor. Üstelik son 15 yılda emisyonunu en çok arttıran ülkelerden biri ve önümüzdeki süreçte bu durum devam edecek.

Çevre ve Orman Bakanı Pepe, Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne neden imza atamayacağını açıklarken endüstri dâhil tüm üretim mekanizmalarını etkileyeceğinden bahsediyor. Bu açıklama, neden sorunun gittikçe daha içinden çıkılamaz bir noktaya gittiğini ortaya koymaktadır. Türkiye yöneticilerinin kendince "haklı ve doğru" olan bu yaklaşımı, diğer ülke yöneticileri için de aynı gerekçelerle savunulmaktadır. Böylece birbiriyle rekabet halindeki egemen sınıflar topyekün bir batışı hazırlamaktadırlar.

Geçtiğimiz ay yayınlanan Stern Raporu emisyonlarda 2050'ye kadar %60'lık bir azalmaya gidilmesi gerektiğini belirtmesi açısından olumlu bir gelişme. Ancak raporda iklim değişimi, ekonomiye getireceği maliyet açısından ele alınıyor. Önlem alınmadığı taktirde ekonominin 1930'lardaki buhrana benzer bir sürece gireceği, ekonomide %20'ye varan bir küçülmenin gerçekleşebileceği üzerinde duruyor. Fakat iklim değişikliğini durduracak önlemlerin alınmasının önünü tıkayan tam da bu bakış açısı. Şirketler kârları düşecek korkusuyla Kyoto Protokolü'nü imzalamıyor, ya da rekabete dayalı, birikim için üretim mantığı yüzünden güneş vb. enerjilerle çalışan teknolojilere geçmi-yorlar. Yine kâr yüzünden toplu taşımaya ve kamu hizmetlerine yatırım yapılamıyor. Hatta daha fazla kâr elde edileceği için, yakıt tasarrufu yapan hafif otomobiller yerine büyük ve su gibi benzin harcayan otomobiller üretilmesi tercih ediliyor. Bu yüzden kapitalist sistem en başından beri doğayı kendine sunulmuş bir lütuf olarak görüyor ve çevreyi uğrattığı yıkımı maliyet hesapları içine dâhil etmiyor. Bu nedenlerle küresel ısınmayı durdurmak için yapılması gerekenler bu sistemin kendi işleyiş dinamiklerine çok ters ve sistem açısından kabullenilmesi mümkün değil.

Oysa tehlikede olan insanlığın geleceği, üzerinde yaşamamıza olanak sağlayan dünya eko-sistemi! Patronların kârlarından çok daha fazlası! Çözüm içinse bizim harekete geçmemiz gerekli; çünkü şirketler bunu kendi rızalarıyla yap(a)mayacaktır. Ekolojik sorunların kesin çözümü ve insanların doğayla uyumlu sağlıklı bir çevrede yaşaması için insan merkezli bakış açısına sahip başka bir sisteme ihtiyacımız var.


sayfa başına dön


 
gazete arşivine git kütüphane