Güncelleme:
10.08.2007
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Saatler yüzyıl geri alınsa...?!

Cumhuriyet gazetesi bir süredir okuyucularına "Tehlikenin farkında mısınız?" diye soruyor ve ekliyor: "16 Mayıs'ta şeriatçılar Cumhurbaşkanlığı'nı ele geçirecekler; saatleri yüzyıl geri döndürecekler." 14 Nisan'da Ankara'da ve 29 Nisan'da İstanbul'da yapılan Cumhuriyet mitinglerinin de ana teması "tehlikenin farkındayız" oldu.

Elbette yüz yıl öncesine dönmek istemiyoruz. Ama yüz yıl önce bizi bu kadar korkutacak ne oldu diye saatleri yüz yıl geri alıp tarihimize bakarsak hiç de karanlık olmayan bir tabloyla karşılaşırız.

Bundan yüzyıl önce bu topraklar tarihinin en büyük devrimini yaşadı. Türkü, Rumu, Kürdü ve Ermenisiyle bütün halkın tabandan ördüğü 1908 Devrimi gerçekleşti ve o güne kadar hiç görülmemiş bir özgürlük havası hakim kılındı.
1900'lerin başında Anadolu ve Trakya'nın her yerinde artan vergilere karşı isyanlar başladı. Bu isyanlar, Abdülhamit'in baskıcı rejimine karşı örgütlenen Türk, Ermeni ve Rum muhalif örgütlerinin demokrasi ve adalet talepleriyle birleşince

Osmanlı'nın kontrol ettiği tüm coğrafyaya yayıldı: Kastamonu, Musul, Midilli Adası, Sinop, Trabzon, Bitlis, …
Bu isyanların en çok ses getireni Erzurum'daki isyan oldu. Ermenilerin ve Türklerin birleşik örgütlenmesi olan Can Verenler Komitesi, Şubat 1906'daki isyanla birlikte valiyi kovdu ve merkezden müdahale için gönderilen birlikleri püskürttü. Şubat 1906'dan Kasım 1907'ye kadar Erzurum'a Osmanlı yönetimi giremedi. Erzurum İsyanı, muhalefete tekil isyanların birleştirilmesi ve otokrasiye karşı bütüncül bir mücadele verme perspektifi kazandırdı.

Bunun sonucunda 3 Temmuz 1908'de Makedonya'da patlak veren silahlı ayaklanma hemen tüm Anadolu ve Trakya'ya yayıldı. Abdülhamit, hareketi bastıramayacağını anlayarak Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı.

Resmi tarihte İkinci Meşrutiyet olarak geçen bu hareket Kemalist elit tarafından her zaman aşağılanmıştır. Bu hareketi dar bir askeri kademenin hareketi olarak lanse etmeye çalışmışlardır. Ama bu mücadele dar bir elitin çok ötesindeydi. Kentlerde büyük gösteriler örgütleniyordu ve her şehirde grevler düzenleniyordu. Yerel halkın oluşturduğu milisler Abdülhamit'in ordularına karşı savaşıyorlardı.

O zaman İstanbul'un nüfusu ancak 1 milyon iken 26 Temmuz 1908'de 100 bin Türk, Rum ve Ermeni camileri ve kiliseleri dolaşarak Beyazıt Meydanı'ndan Yıldız Sarayı'na kadar yürüdü. Abdülhamit'in demir yumruklu rejimine son verilmişti. Anayasa ilan edildi ve kurucu meclis seçimleri yapıldı. Bu demokratik seçimler sayesinde o güne kadar seslerini duyuramayan pek çok kesim meclise temsilcilerini yollamayı başardı. Mecliste 2 sosyalist vekil (ki bir tanesi Bolşevik sempatizanıydı) ve pek çok azınlık temsilcisi açık politik kimlikleriyle yer alıyorlardı.

Türkiye, 99 yıl önce yapılan bu seçimden sonraki demokratik seçim için 50 yıl beklemek zorunda kaldı. Ve hatta 1908 Devrimi sonucu oluşturulan meclis, dualar okunarak değil, devrimci şarkılar eşliğinde açıldı. Oysa Mustafa Kemal'in 1920'de açtığı meclis, dualar, hatimler ve kurbanlar eşliğinde açılacaktı.

Devrim sonrasında Abdülhamit ve çevresi eski rejimi geri getirme heveslerinden hemen vazgeçmedi. 14 Nisan 1909'da İstanbul'da Abdülhamit'i destekleyen bir askeri birlik meclisi ve anayasayı feshetmek için ayaklandı. Bu darbe girişimi resmi tarihte 31 Mart Gerici Ayaklanması olarak geçer. Resmi tarihçiler bunun İslamcı bir ayaklanma olduğunu iddia ederler. Oysa darbeyi destekleyenler arasında Abdülhamit rejimini savunan Ermeni, Rum ve Yahudi zenginler de vardı, çünkü Abdülhamit'in baskıcı rejimi servetlerine servet katıyordu. Darbe yenilince İstanbul'dan kaçanlar arasında bu zenginler de vardır.

Sadece darbeciler değil, darbeyi durdurmak için mücadele edenler de farklı etnik ve dinsel yapılardan geli-yordu. Türk, Rum ve Ermeni yoksulları birlikte mücadele ettiler. Sıradan insanlardan oluşan milis kuvvetleri bütün Osmanlı şehirlerinde 1908 Devrimi'ni savunmak için sokak sokak çatıştılar. Sonuçta devrimi savunmayı başardılar.


Barış hepimizin sorunu

Kürt halkının demokrasi ve barış taleplerine devlet baskıyla ve silahla cevap vermeye devam ediyor. Abdullah Öcalan'ın zehirlendiği iddiaları ardından DTP'lilere yönelik tutuklamalar, Gündem gazetesinin art arda kapatılması, Kuzey Irak'ı işgal tehditleri ardarda yaşandı. Eş zamanlı olarak PKK'ya yönelik büyük operasyonlar düzenlendi. PKK'nin ilan ettiği ateşkes sonrasında ölüm haberleri azalmışken bu operasyonlarla birlikte bölgeden gelen ölüm haberleri tekrar arttı. Peki neden? Egemenler Kürt halkının en temel, en insani taleplerine niye gözü kara saldırıyorlar?

Kürt sorunu ve BOP

Türk egemenleri için Kürt sorunu bir halkı kabullenme/inkâr etme probleminin ötesine taşmış durumda. Türkiye yönetici sınıfı, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinde almak istedikleri rol için toplumu kendi arkalarına alma aracı olarak Kürt sorununu kullanıyorlar.

Irak'a müdahale gerekçesi olarak Kürt sorunu 'milli mesele' ve 'vatan savunması" söylemleriyle pişiriliyor.
Bu nedenle Türkiye'de Kürt sorunun siyasi çözümü mücadelesi ile savaş karşıtlığı çalışmaları birbiriyle daha fazla iç içe geçiyor.

Barışı örgütleyelim

Bu yöndeki çalışmalar açısından, Kürt hareketiyle Türkiye solunu bir araya getiren Türkiye Barışını Arıyor Konferansı önemli bir kapı araladı. İlan edilen ateşkesin ve sonrasında gerçekleştirilen konferansın oluşturduğu olumlu atmosferden alınan güçle Türkiye'nin her yerinde çözümün tartışıldığı yerel konfe-ranslar ve toplantılar örgütlenmeye başlandı.

Bu çerçevede düzenlenen İstanbul Barışını Örgütlüyor forumuna toplam 55 sendika, demokratik kitle örgütü, yöre derneği, muhtar ve belediye meclis üyesi katıldı. Adil, demokratik barışın kazanılabilmesi için neler yapılabileceğine ilişkin önerilerin sunulduğu forumu düzenleyen platform birleşenleri gelişmeleri değerlendirmek ve öne-rilerin hayata nasıl geçirilebileceğini planlamak üzere 20 Mayıs'ta Taksim'deki Makine Mühendisleri Odası'nda saat 13.00'te yeniden bir araya gelecek. Bu toplantıyı, yükselen ırkçılığa ve artan savaş tehditlerine karşı dayanışmayı örgütlemek ve genel seçimlere dönük ortak bağımsız adaylar kampanyasını tartışmak için bir fırsat olarak değerlendirelim.


Sahip çıkalım!

İnsan hakları savunucuları, aktivistler, siyasi oluşumlar ve partiler, ayrımcılığın ve şiddet kültürünün tehdidi altındaki aydınlara destek vermek için, 7 Nisan cumartesi İstanbul'da Taksim'de buluştu.

Aydınlara sahip çıkmak üzere bir araya gelen kurum ve bireyler İstiklal Caddesi'nde hep beraber yasaklanmış ve yargılanmış kitapların satışını yaptı.

Antikapitalist, Demokratik Toplum Partisi (DTP), Emekçi Hareket Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), İşçi Mücadelesi, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Odak Dergisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) İstanbul Şubesi, Sosyalist Dayanışma Platformu ve Sosyalist Emek Hareketi'nin (SEH) çağrıcısı olduğu kitap satışları ve etkinlikler bundan sonra da devam edecek. Bu platformun bildirisinde şöyle deniliyor:

"Hrant Dink'e sahip çıkan toplumsal ve siyasal güçlerin yükselen milliyetçiliğe karşı oluşturduğu güç, yöneticilerin "dikensiz gül bahçesi" arzusuna ters düşüyor. Bu beklemedikleri toplumsal kuvveti susturabilmek için, 301 davalarını ertelemek, bazılarını düşürmek zorunda kalıyorlar. Ancak hâlâ, yargılanmakta olan ya da ceza almış kişiler var. Dink'e karşı davalar hukuken rafa kaldırıldı ama hayatta olan diğer sanıklar yeni şiddet dalgalarına maruz bırakılıyor. Bu nedenle, Hrant Dink'e sahip çıkan tüm güçleri, faşizm tarafından tehdit edilen, 301. maddeden davalara ve şiddete maruz bırakılan herkese sahip çıkmaya davet ediyoruz."


sayfa başına dön


 
gazete arşivine git kütüphane