Güncelleme:
15.03.2010
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Yeni sol partide güçlerimiz birleştirelim

Cem Uzun

Tony Cliff kapitalist sistemin neden çürüdüğünü ve çalışmadığını açıklamanın kolay, ancak sistemin nasıl ayakta kaldığını anlamanın zor olduğunu söylerdi. Cliff, sistemi yıkmak için esas önemli olanın sistemin çürümüşlüğünü ifade etmek değil, sistemi ayakta tutan mekanizmaların üstesinden gelmek olduğuna işaret eder. Bu mekanizmalar çoğunlukla güç kullanımına dayanmaz; sisteme karşı muhalefeti bölmeye yarar. Tam da bu nedenle milliyetçilik, ırkçılık, dini ayrımcılık sistemi ayakta tutan önemli ideolojik unsurlardır.

Nasıl bölünüyoruz?
Türkiye kapitalist sistemin çürümüşlüğüne en bariz örneklerden birisidir. Taş atan çocuklar yıllarca hapiste sürünürken pek çok katil ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor. Zengin ve yoksul arasındaki gelir uçurumu giderek derinleşiyor, işsizlik artıyor, açlık kol geziyor. Hemen herkesin sonlanmasını istediğini söylediği iç savaş bir türlü bitmiyor. Demokrasi, asıl işlevini seçilmiş hükümetlere karşı darbe yapmak olduğunu düşünen generallerin sürekli tehdidi altında. Egemenlerin bizi bölmek için kullandığı yöntemler repertuarı geniş.

İç içe geçmiş mücadeleler
İç içe geçmiş mücadelelerle karşı karşıyayız: birincisi yoksullaşmaya, özelleştirmelere ve neo-liberal politikalara karşı, ikinci olarak Kürt sorununa barışçıl çözümden yana ve üçüncü olarak darbe tehditlerine karşı demokrasi mücadelesi.

Madenciler
Ne var ki bu mücadeleler birleşmezse etkin olamaz. Yakın geçmişte değişime karşı çıkanların “laiklik” veya “milliyetçilik” kartını nasıl kullandıklarını gördük. 1991’de Zonguldak maden işçileri ve aileleri Ankara’ya yürüdüklerinde karşılarına çıkan tankları göğüslemeye hazırdılar. Ancak Körfez Savaşı başladığında hükümet “ulusal birlik” kartını oynayarak sendika liderliklerini eyleme son vermeye “ikna etti”. Mücadeleye devam etmek isteyen madenciler ise geri kalanları kendi yanlarına çekebilecek sağlam bir politik örgütlenmeye/fikirsel birliğe sahip değildi. Madencilerin militanlığına rağmen mücadele kaybedildi.

Bir Dakika Karanlık
1996 sonunda “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” kampanyası Susurluk’ta ortaya çıkan karanlık ilişkilere ve derin devlete karşı 23 milyon kişinin katıldığı kitlesel bir demokrasi mücadelesiydi. 90’ların başında KESK gibi sendikal hareketi inşa eden sol, mücadeleye liderlik ediyordu. 28 Şubat 1997’de generaller Refah-Yol hükümetine karşı muhtıra verdi. Ordu yandaşı medyanın da yardımıyla derin devlete karşı başlayan kampanya “İslami gericiliğe” karşı döndürüldü. Erbakan Susurluk’u “fasa fiso” olarak nitelendirmiş olabilir; ama partisi derin devletin parçası değildi. Demokrasiye karşı darbe-seçilmiş bir hükümet ikilemi ile karşılaşan Bir Dakika Karanlık’ın sol liderliği “Ne Refah-Yol; Ne Hazır Ol;” sloganını benimsedi. Bu slogan darbeye karşı ciddi bir duruşu değil, ona karşı mücadeleden geri durmayı ifade ediyordu. Böylece sol, generallere ve onların medya içindeki kuklalarının kampanyayı önce rayından çıkarmalarına sonra da yok etmelerine izin vermiş oldu. Türkiye’nin gördüğü en kitlesel demokrasi mücadelesi muhtıradan hemen birkaç gün sonra örgütleyicileri tarafından sonlandırıldı. Bu, bir dönüm noktasıydı: 90’ların başında özellikle KESK gibi sendikal mücadelenin ve demokrasi hareketinin liderliğini yapmış olan sol, darbeye etkin bir şekilde karşı durmadığı için hızla gerilemeye ve kan kaybetmeye başladı. Sonuçta bugünlere geldik.

Taraf ve TEKEL
Taraf gazetesi derin devlete ve darbecilere karşı ve Kürt sorununun barışçıl çözümü için etkin ve cesur bir kampanyacılık sergiliyor. Taraf’ın yaptığı yayınlar Dağlıca baskınında haksız yere suçlanan Kürt kökenli askerlerin hapisten kurtulmasının ve subayların yargılanmasının önünü açtı. Ne var ki aynı gazete TEKEL mevzusunda çuvalladı. Taraf, 4C statüsündeki işçiler sendika üyesi olamayacağı, dolayısıyla sendikaların üye kaybından korktukları için TEKEL işçilerini destekledikleri iddiasını da ortaya atarak hükümetin TEKEL mücadelesini karalama kampanyasının parçası oluyor.

Türkiye’de Kürtlerin bir azınlık olduğu ve ordunun siyasete sürekli müdahalelerinin son bulmadığı bir ortamda Taraf gazetesi demokrasi mücadelesinin nasıl kazanılabileceği konusunda yol gösteremiyor. Demokrasi için 70’lerde DGM’lerin kapatılması (o dönemde neredeyse grevdeki bütün işyerlerinin önünde ve işçi eylemlerinde “DGM’yi kapattık; sıra MESS’te” pankartlarını görmek mümkündü), 80’lerin sonunda baskıcı havanın dağıtılması (1989 Bahar Eylemleri sayesinde) gibi en önemli kazanımlar işçi sınıfı mücadeleleri ile elde edildi. Taraf’ın temsil ettiği kesimler demokrasi mücadelesini gerçekten kazanmak istiyorlarsa mücadele eden işçilere arkasını dönmektense onların mücadelesine destek olmalılar. Derin devletle hesaplaşmak için güçlü bir toplumsal desteğe ihtiyaç var. Taraf’ın zaman zaman flört ettiği AB bürokratlarıyla ABD diplomatları, demokrasi konusunda güvenilmez olduklarını sayısız kez ispatladılar. Hangisi 12 Eylül darbesine karşı çıktı? Hiçbiri. Hatta darbenin hazırlanmasına ve yerleşmesine tam destek oldular.

Mücadelelerin birbirinden koptuğu zaman yenildiklerine pek çok kez şahit olduk. Kazanmak istiyorsak emek güçleri Kürtleri ve türbanlı öğrencileri savunmak zorundadır. Kılık-kıyafet özgürlüğü ile Kürt sorununa barışçıl çözüm isteyenler de işçi mücadelelerini desteklemek zorundadır.

Soldaki boşluk
Şu anda demokrasi, barış ve sosyal adalet için mücadele etmek ve bu mücadeleleri birbirini güçlendirecek şekilde birleştirmek isteyenlerin politik bir evi yok. “soldaki boşluk”tan kastettiğimiz budur. Özellikle Avrupa’da geleneksel sosyal demokrat partilerin neo-liberalizmi kucaklayarak sağa kayışları Türkiye’de de CHP örneğinde yaşanıyor. Fakat Türkiye’deki “soldaki boşluğun” neo-liberalizme kaymaktan başka boyutları da var: Kürt sorunu ve darbeci generaller-demokrasi çatışması. 60’ların ortasından 90’ların ortasına kadar CHP-SHP klasik sosyal demokrat parti konumundaydı. Ancak CHP şu anda bazı demagojik müdahaleler dışında Kemalist elitin 30’lardaki kurucu partisi olma rolüne geri döndü. Bu mesele sadece ekonomiyle ilgili değildir. Leyla Zana 1991’de SHP listesinden meclise girdi. O dönemde SHP, CHP yasaklı olduğu için yedek parti konumundaydı. Zanalar meclisten apar topar götürüldüklerinde SHP sıralarından bir vekil bile bu duruma karşı çıkmadı. Günümüzde ise CHP’nin Kürt sorununa bakışı ortada. Dolayısıyla “boşluk” ekonomik olduğu kadar Kürt ve demokrasi sorunu gibi politik alandadır.

“Boşluk”un doğal sonucu atalettir. Toplumsal muhalefet aynı anda oynanan 3 tenis maçının pasif seyircisi durumunda. “AKP, Kürt sorununu çözer mi” veya “AKP generalleri dizginleyebilecek mi” gibi nihai olarak spekülasyona dönüşen sorular havada uçuşuyor. Derin devletin laikçileri ile AKP arasında topun gidip gelmesini sadece izlemek, bize boyun ağrısından başka bir şey kazandırmaz. Neo-liberal maçı izlediğimizde de kararlı demokratlar olarak “diğer” tarafın kazanmasını ister gibiyiz. TEKEL işçileriyle birlikte gaz yiyenler AKP vekilleri değil CHP vekilleriydi.

Çatlaklar
Ancak işler değişiyor. Bütün bu mücadeleleri ayrı ve dolayısıyla başarısız kılan statükocu ideolojide çatlaklar oluşmaya başladı. Onur Öymen’in Kürtlere karşı savaşta Mustafa Kemal dönemini referans yapmak için sarf ettiği “Dersim’de de analar ağlamadı mı?” gafının tek başarısı 1930’lardaki Kemalizmin dayandığı tek partili/baskıcı rejimin eleştirisini meşrulaştırması oldu. Ordunun toplumsal desteği hiçbir zaman bu kadar zayıflamamıştı. Artık egemen sınıfın verili düzenine karşı olanların saflarında yaratmak istediği bölünmüşlüğü aşmak ve toplumumuzda üç önemli mücadele arasında köprü kurarak bunları buluşturacak bir sol alternatif inşa etmek mümkün.

Bir kitle partisi?
Yeni bir sol parti girişimi soldaki siyasi boşluğu dolduracak bir parti inşa etmeye olanak tanıyor. Siyasi durumda bir değişim yaşandı ve bugünkü aktörleri geçmişte birbirinden uzak tutan nedenler artık geçerli değil.
Ancak böylesi parti gerçekten kitleselleşebilir mi? Yeni kitle partileri genellikle sadece sosyal mücadelelerin yüksek olduğu dönelerde inşa edilebilir. Almanya’daki Die Linke (Sol Parti) gibi hayli küçük bir kitle partisi bile yıllar süren sosyal mücadeleler üzerine yükseldi. Ancak o zaman neo-liberalizm konusunda sendika bürokrasisi ve sosyal demokrat liderlik arasında bir bölünme yaşanabildi. Die Linke’nin son genel seçimlerde yüzde 12 gibi başarılı bir oy almasının nedeni budur. Ne var ki 1995’ten bu yana yüksek düzeyde mücadelelere tanık olan Fransa’da geleneksel solun yapısından kaynaklanan nedenlerden dolayı NPA (Yeni Anti-kapitalist Parti), Die Linke’ye göre çok daha mütevazı bir başlangıç yapmak durumunda kaldı. Hepimizin görevi, partimizin daha büyük olacağı farazi senaryolar etrafında dönmek değil somut koşullarla yüzleşmektir. İngiltere’de Respect (Hoşgörü) örneğinin sunduğu olumsuz ders budur. Kitle partisi olmayı hedefleyen Respect, savaş karşıtı hareketin üzerine yükseldi. Ancak parti kurulduğu zaman hareket pik noktasından inişe geçmişti. Respect’e bir işçi sınıfı tabanı kazandırmak için verilen yoğun çabalar, partide bölünmeyi tetikleyen etkinlerden birisi oldu

Türkiye’de şu anda ne büyük bir kitle hareketi ne de yüksek düzeyde bir sınıf mücadelesi var (Kürt halk hareketini örgütlü siyasi öznesinin varlığı nedeniyle bu denklemin dışında tutmak gerekiyor. Çok önemli bir örnek ve odak oluşturmakla birlikte TEKEL direnişinin sınıf mücadelesine yeni bir ivme mi katacağı yoksa bir istisna mı oluşturacağı ise şu anda belli değil) Genel olarak hareketsiz bir siyasi ortam çok sayıda insanın aktif politika dışına çıkmasına neden olur. Ancak bu durumda bile sol için bir strateji geliştirmememiz gerekiyor ve koşullar büyük kitle hareketleri ile yüksek sınıf mücadelesinin olmamasına rağmen yeni bir siyasi oluşum için elverişlidir.

Sınıf mücadelesinin göreli düşüklüğü tamamen objektif bir koşul değildir. Sınıf mücadelesinin düzeyi de tekil mücadelelerin seyri de siyasetten etkilenir. 28 Şubat 1997 ve sendika liderleri ile hükümet (ve arkasındaki ordu) arasında yeni işbirliği sadece KESK için değil aynı zamanda işçi hareketinin geri kalanı için ciddi bir gerilemeyi tetikledi. Bu olumsuz örnek. Ancak bunun tersi de söz konusu olabilir.

Kapsayıcılık
Siyasetin mücadeleyi olumlu bir şekilde etkilemesi için partinin kapsayıcı olması gerekiyor. Eğer egemen ideolojisindeki çatlakları derinleştirecek ve şu an için sınırlı kalan mücadelelerinin genelleşmesinin-yaygınlaşmasının önünü açacaksa parti farklı görüşleri dışlayıcı değil kapsayıcı olmalıdır. Parti tam da bu nedenle ayrıştıran değil buluşturan-birleştiren bir politik çerçeveye sahip olmalıdır.

Yeni Sol toplantıları kapsayıcı bir partiye yönelik bir destek ve heyecanın varlığına işaret ediyor. Bu destek halihazırda kendilerini solda gören ve belki de geçmişte örgütlü siyaset yapmış bireylerden geliyor.

Hedefimiz ezilenlerin yanında, Hrant Dink cinayetinin aydınlatılmasına, Kürt sorunu çözülmesine; Ergenekon, derin devlet ve çetelerinin tasfiye edilmesine ve TEKEL işçilerinin kazanmasına ve bu mücadelelerin birleştirilmesine taraf olan bir partidir. Bütün bu sorunlar her mücadelede ve dönemeçte önümüze geliyor. Hükümet, kah TEKEL işçileri arasına “PKK”nin sızdığı”nı iddia ediyor kah TEKEL işçilerinin mücadelesinin darbecilerin işine yaradığını ima ediyor. Halbuki Diyarbakır’dan gelen TEKEL işçilerinin kurduğu bir “Amed çadırı” söz konusudur. Ayrıca türbanlı TEKEL işçileri ve TEKEL işçilerinin türbanlı eşleri vardır.

Marksist gelenek
Komünist Manifesto’da “komünistler, tüm proletaryanın (işçi sınıfının) çıkarlarının dışında ayrı çıkarlara sahip değillerdir” der. Gerçek Marksist gelenek, birlik ihtiyacını sürekli vurgulamıştır.

Lenin, genellikle birlik karşıtı Marksist olarak tanıtılır. Halbuki gerçeklik çok daha farklıdır. Evet Lenin Menşevikler Bolşevikler arasında 1903 bölünmesinin mimarıdır. Ancak Lenin’in hedefi işçi sınıfının birliğidir. Rus Devrimi süreci de buna tanıklık eder. 1903’te “birlikçi” görünen Menşevikler burjuvazi ile birliğe yönelmiş, Çarlığın karşı devrimci darbe girişimi karşısında felç olmuşken Lenin ve Bolşevikler darbeye karşı Menşevikler dahil işçi sınıfının (ve köylülüğün) birliğini sağlamıştır. (Aynı şekilde 1917 Ağustosu’nda işçi mücadelesini ezmek üzere harekete geçen Genelkurmay başkanı Kornilov’a karşı Lenin ve Bolşevikler, hangi görüşten olursa olsun bütün işçilere darbeye karşı ortak mücadele çağrı yapmış ve sınıfı birleştirmeyi başarmışlardı)

1905’teki devrimci isyan dalgası geri çekildiğinde Lenin Avrupalı komünistlere birlik çağrısında bulundu ve İngiltere’de komünistlerin İşçi Partisi’ne katılması için çaba gösterdi. Lenin için asıl mesele mücadelenin düzeyi ve işçi sınıfı hareketinin nesnel ihtiyaçlarıydı. Bizler de gözümüzü buraya dikmeliyiz.

İşçi sınıfı hareketinin nesnel ihtiyacı demokrasi için generallere ve derin devlete karşı, Kürt sorunun barışçıl siyasi çözümü ve işçilere adalettir. Bu nesnel ihtiyacın Marksistler için anlamı bütün bu mücadeleleri birleştiren bir parti inşa etmektir.

 

İhtiyacımız ortak taleplerde birlik

Son dönemde hemen herkesin üstünde uzlaşmaya vardığı konu muhalefetin birliğe ihtiyacı olduğu. Özellikle 2007 seçim kampanyalarıyla birlikte çeşitli kulvarlarda solda birlik çalışmalarının yapıldığını görüyoruz.

Nerede ve nasıl bir birlik
Türkiye’de sol muhalefet 28 Şubat 1997’den bu yana düşme eğiliminde. Solu ve sınıf mücadelesini tekrar genişletmek için temel talepler etrafında inşa edilmiş, kapsayıcı bir birliğe ihtiyacımız var.

Elbette önümüzde cevaplamamız gereken pek çok soru ve bu sorulara verilmiş farklı cevaplar söz konusu. Dolayısıyla demokrasi ve sosyal adalet mücadelesini yükseltme amacı taşıyan farklı cevapları kapsamalı bu birlik. CHP’nin solunda yer alan her kesimi kapsama perspektifine sahip olmalıyız: sosyal-demokrat, sosyalist, sendikacı, ekolojist, kadın ve eşcinsel hareketi, vd.

Elbette bu kadar çeşitli akımlara mensup insanların her konuda anlaşmasını beklenemez. Fikir ayrılıkları kaçınılmazdır. Fakat bizim baktığımız ve durduğumuz yer bu akımlara mensup insanların en temel taleplerde bir araya gelmesi ve bunlar için birleşik mücadeleleri inşa etmeleri, var olan mücadeleleri büyütmeleridir.

Son dönemki sol birlik çalışmalarının ilkini 2007 seçimleri için başlatılan Solda Ortak Aday Kampanyası oluşturuyor. Kampanya şu temelde inşa edilmeye başlanmıştı:

10 Temel Talep
- IMF ve patronlara karşı emekçinin yanında yer almak
- Savaşa ve her türlü sınır ötesi askeri operasyona karşı çıkmak
- Kürt sorununun askeri değil barışçıl siyasi çözümünü savunmak
- Halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşliği için çalışmak
- Atanmışlara karşı demokratik olarak seçilmişleri korumak
- Yasaklara karşı özgürlükleri savunmak
- Bütün dinsel, mezhepsel, cinsel, etnik ayrımcılıklara karşı ezilen, baskılanan grupların sesi olmak
- Irkçılığa ve ayrımcılığa taviz vermemek
- Kadın hak ve özgürlüklerinin yanında yer almak
- Çevresel yıkıma karşı durmak

Kampanyanın hedefi bu taleplere sahip çıkacak ve bunları meclis kürsüsünden ifade edecek ortak adayları seçimlerde desteklemekti. Ufuk Uras’ın meclise girmesinde bu kampanyanın önemli bir etkisi olmuştu.
Bugün de bu temel talepler etrafında bir partiye ihtiyacımız var; mücadeleyi sadece meclis kürsüsünden değil her yerde inşa etmek için..

 

''Gündem' sayfasına git
sayfa başına dön