Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


AB Ortadoğu Projesi’nin Neresinde?

Gazetemiz adına 24-27 Mart tarihlerinde Mısır’da yapılan Kahire Konferansı’na katılan Türkan Uzun, Fransa’da ATTAC hareketinin kurucularından Devrimci Komünist Birliği (LCR) üyesi Christope Aguiton’un ABD, AB ve Türkiye bağlamında Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi konusundaki görüşlerine başvurdu.

ABD ve AB’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarında ne gibi benzerlik ve farklılıklar söz konusu? Varsa, bu farklılıklar emperyalizmin Ortadoğu ile ilgili planlarını nasıl etkiliyor?

Avrupa Birliği’nin birleşik dış politikalar geliştirebilen bir siyasi varlığı bulunmuyor. Tek tek Avrupa ülkelerinin farklı bakış açıları söz konusu. ABD ise Afganistan ve Irak’ta gördüğümüz gibi silahlı gücünü kullanma, İsrail’deki varlığı aracılığı ile bölgedeki güçler arasındaki ilişkiyi değiştirme şeklinde çok açık ve net bir politika yürütüyor.

ABD hedeflerine yönetlik ikili bir taktik izliyor. Birincisi, Afganistan ve Irak’taki doğrudan askeri müdahale ve Suriye ve İran’a karşı müdahale tehdididir. İkincisi ise Ortadoğu rejimleri üzerinde demokrasiye doğru “biraz” yol almaları, serbest piyasa düzenine ise “tümüyle” geçmeleri konusunda baskı yapması şeklindedir. Bununla birlikte oldukça çetrefili bir politika daha izleniyor. Bölge rejimleri İsrail’i “tanımaya” zorlanıyor. Örneğin, Mısır hükümeti üzerinde baskı var. Sermayenin dışa açılması ve Arap ülkelerinin İsrail’le ticari ilişkiler kurması, ortak çalışması ile demokratik açılımlar birbirine bağlanıyor.

Bu, oldukça açık bir plan. Başarılı olacağından hiç emin değilim çünkü bir direniş söz konusu. Ayrıca insanlar demokrasi kelimesini kullandıklarında sosyal sorunları da kapsıyorlar. Bölgede George Bush’dan önce de toplumsal mücadelelere bağlı bir demokrasi hareketi vardı. İnsanlar örgütleniyorlardı. Bu nedenlerle, ABD’nin başarılı olacağına kesin gözüyle bakılmamalı.

AB’ye baktığımızda ise açık bir farklılık görülmez. AB gerçek anlamda başka bir politika için mücadele etmiyor. ABD’ye büyük bir destek verdiği de söylenemez. Daha ziyade bir politika eksikliği söz konusu. Dolayısıyla pratikte ABD’nin öncülüğüne izin veriliyor.

Bunları belirttikten sonra İngiltere’nin çıkarları ve politikaları ile Fransa’nın çıkar ve politikalarına bakmamız gerekir. Fransa’nın Lübnan’daki Hıristiyanlarla bağlantısı var. Avrupa, ABD politikalarına itirazlar dile getirerek Arap rejimleri ile kredibilitesini arttırmaya ve ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Yani AB ve ABD’nin politikaları birbirine zıt değil. AB sadece aynı politik çerçevede kendi etkinliğini arttırmaya çalışıyor.

Yani AB kendi Ortadoğu Projesini mi yürütmeye çalışıyor? Türkiye’de AB’nin Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesine karşı olduğuna dair iddialar var. Bunlara katılıyor musunuz?

Geniş bir perspektif ile bakarsak ABD ve SSCB’nin nükleer silahlarla karşı karşıya geldiği Soğuk Savaşın neden olduğu bir süreçten geliyoruz. O dönemde Avrupa, hiç sorun çıkarmadan ABD liderliğini kabul ediyordu.

Şimdi ise çok farklı bir dönemdeyiz. SSCB çöktü. 1990’nın ortalarında kapitalizm ve neo-liberal yolun barışı, refahı ve demokrasiyi sağlayabileceği iddiası da “çöktü”! 11 Eylül 2001’den beri “Haydut devletlere karşı mücadele” adı altında öne çıktığı başka bir politika söz konusu. Bu yeni politika saldırganlığı ve tek taraflılığı milliyetçiliğin Pandora Kutusunu açıyor. Milliyetçilik akımları Çin’de, Hindistan’da ve Rusya’da kendisini çok güçlü bir şekilde ifade ediyor. Onlar kendileri ve kapitalist çıkarlarını ABD’ye rağmen savundu. Büyük manzara içinde, ülkelerin Amerika’ya karşı dengeleyici olabilecek kadar güçlü olmadığını görürsünüz. Bu ülkelerin birleşmeye ihtiyacı var. Güney Amerika ve Avrupa olmak üzere dünyanın iki bölgesinde bu tür birleşmeler. Amerika’yı dengelemek için bölgesel birleşmeler yaratmaya çalışıyorlar. Ancak hangi bölgede olursa olsun küresel elit Washington Konsensüsünü tümüyle kabul etmiş durumdu. Ekonomik ve politika üzerinde kesin bir fikir birliği söz konusu. AB anayasası ve son dönem direktifleri Washington Konsensüsü doğrultusundadır.

Fakat ekonomik düzeyde tamamen anlaşmış olsalar bile, hala çıkarları arasında büyük bir farklılık var. Aralarında gittikçe büyüyen kıran kırana bir rekabet var. Bu durumun orta ve uzun vadede politik sonuçları olacaktır. Fakat, şu anda Avrupa’da bir politika eksikliği var. Ancak uzun vadede AB’nin farklı politikaları olacağından eminim. Çünkü onların farklı çıkarları var. Aynı neo-liberal şemsiyesinde farklı çıkarlar ve pozisyonlar söz konusu.

Bu sürecin başlangıcı. Süreç eğer devam ederse AB politikaları ne barışçıl ne de sosyal olacaktır. Almanya ve Fransa gibi en etkili ülkelerin bazıları Irak savaşına karşı olduklarını söyleyebilirler fakat başka konularda ne kadar saldırgan olabileceklerini biliyoruz. Bunun tam olarak aynı politika olmadığını anlamak zorundayız ve dünya devlerinin arasındaki rekabetin ilerleyeceği bir sürece giriyoruz.

AB’nin kendi ordusunu kurma çalışması bahsettiğiniz genel eğilimin neresinde yer alıyor. Bu önemli proje denge ve eğilimleri nasıl etkiler?

Bu projenin hayata geçirilmesi o kadar da kolay değil ancak onların tam olarak yapmaya çalıştığı bu. Gerçek şu ki, tek tek ülkeler ABD ile yarışamayacak kadar güçsüz. Dolayısıyla ve AB’nin bölgesel düzeyde birleşmelere ile dış politika geliştirme ve ordusunu kurmaya ihtiyacı var. Avrupa içinde ise kendi aralarında rekabet edebilecek kadar güçlüler. Büyük devletler arasında hemen her konuda n konuda sayısız çelişkiler söz konusu. Bu, ekonomik süreç için ve dış politika süreci için de geçerli. Irak savaşını destekleyen İngiltere bu farklılığı bir kere daha gösterdi. Biz, şu an milliyetçiliğin yaygın olduğu bir dönemdeyiz. AB içinde üye ülkelerin kendi milliyetçiliklerinin yarattığı dinamikler var. Buna ek olarak da küresel arenada bütünsel bir AB milliyetçiliği akımı var.

Bütün bu genel akım ve eğilimlerin ortaya çıkarttığı manzara çok net.

ABD’nin, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi içinde Türkiye’nin “model ülke” rolünü oynamasını istediği biliniyor. Avrupa’dan da Türkiye’ye benzer misyonların yüklendiğine dair tartışmalar var. Bu talepler sizce genel manzaranın neresine oturuyor?

Tarihsel olarak Türkiye ABD için önemli bir müttefik olmuştur. Soğuk Savaş yıllarında Türkiye bölgede önemli bir rol oynadı. Eski Doğu Blok’u ile sınır komşusu olması Türkiye’ye bölgesel bir misyon yüklenmesine yol açmıştı. Türkiye jeopolitik oyunda o kadar önemli bir noktadaydı ki ABD, yerine getirilen misyonun karşılığında hep ayrıcalıklar tanımıştır. IMF bile Türkiye’ye diğer ülkeler ile kıyaslandığında her zaman çok daha iyi koşullar sunmuştur.

Soğuk Savaşın bitiminden sonra Türkiye’nin öneminin de azalması bekleniyordu. Bir süre için öyle de oldu. Ancak, ABD’nin bölgeye yönelik yeni politikaları ve özellikle de Irak savaşı nedeniyle Türkiye’nin önemi yeniden arttı. Yeni jeopolitik oyunda Türkiye ABD için yine çok önemli bir ülke haline geldi.

Avrupa Birliği biraz daha farklı bir konudur. Türkiye’nin Avrupa ile yakın ekonomik bağları var. Ticaretinin ciddi bir kısmı AB ülkeleri ile gerçekleşiyor. Ayrıca Avrupa’da çok sayıda Türkiyeli göçmen işçi bulunuyor.

Bu söylediklerimin ötesinde bu konuda daha fazla yorum yapmamın doğru olacağını düşünmüyorum.

Antikapitalist; Sayı 32; Mayıs 2005

'Avrupa Birliği' sayfasına dön
sayfa başına dön