Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Avrupa Birliği Tartışmalarının Neresindeyiz?

Referansları zayıf ve karışık bir AB tartışması yaşıyoruz. Önümüzü görebilmek için küreselleşme-emek-ezilenler sorununu ayrı ayrı değil; birlikte ele alan bir tartışmaya ihtiyacımız var. Toplumsal mücadele alanında ise hayalci ve karamsar seçeneklerin ötesine geçip toplumdaki değişim isteğini birleşik ve direngen mücadelelere dönüştürebilmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda yaşanan tartışmaları hükümet-muhalefet, sağ-sol, demokrat-liberal, devrimci-reformist gibi referanslar temelinde ayrıştırarak anlamak mümkün değil. Aynı referansa sahip olanların bir bölümü Türkiye’nin AB’ye üyeliğine olumlu ve hevesli yaklaşırken, diğerleri karşı çıkabilmektedir. Başka konularda çatışanlar, bu konuda anlaşabilmektedirler. Taban tabana zıt nedenlerle aynı tutumu alanlar da var, aynı nedenlerle zıt tutuma sahip olanlar da. Dolayısıyla referansları, argümanları, kaygıları ve itici gücü hayli karışmış bir tartışma yaşamaktayız.

Yakın tarihimizde, 1980’ler ve 1990’larda şiddetlenen küreselleşme tartışmalarında da benzer bir durumla karşı karşıya kalmıştık. Küreselleşmenin devlet despotizmini kıran, refah ve demokrasiyi arttırıcı, gerekli ve zorunlu ya da kaçınılmaz bir “gelişme” olduğunu anlatanlar arasında gelenek olarak birbirine en uzak noktada olanları yan yana görmek mümkündü. Küreselleşmeye karşı çıkanlar arasında da aynı heterojenlik söz konusuydu. Hatta bu tartışma süreci, daha önce ortak referansa sahip olanların bir bölümünü dönüştürdü, uçlaştırdı ve ayrıştırdı. Farklı referansları olanların bir bölümünü de yakınlaştırdı.

Sosyal demokrasi referans çapalarını daha sağa atıp ‘Üçüncü Yol’ denilen sosyal liberal yörüngeye yerleşirken daha radikal solun bir kesimini de kendisine çekti. Küreselleşme karşıtlarının bir kesimi de hepten kendilerini milliyetçi rüzgarlara bıraktılar.

Küreselleşme ve AB tartışmalarındaki bu benzerlik bir rastlantı değil; Avrupa Birliği asıl olarak bir küreselleşme sorunudur.

Nereden bakıyoruz?

Gazetemizin bu ve gelecek sayılarında daha ayrıntılı tartışacağımız bu ilişki AB konusunda tutum ve politika üretmek konusunda tabii ki yeterli değildir. Asıl kritik soru, bu ilişkiye nereden baktığımızdır.

Dünya tarihinin büyük toplumsal çatışmalar ile belirlendiğini söyleyen antikapitalist Gazetesi, devrimci bir sıçramayla sömürü ve ezme-ezilme ilişkilerinin ortadan kaldırılıp demokratik, kolektif, dayanışmacı yeni bir “KÜRESEL” düzen kurulması mücadelesi içinde yer almaktadır. Ancak bugünün “küreselleşme” adı verilen uygulamalarına karşıyız. Yoksulluk ve adaletsizliğin, işsizlik ve sefaletin, işgaller ve savaşların küreselleşmesine karşıyız. Sermayenin insan üzerindeki egemenliğinin küreselleşmesine karşıyız.

Uğruna mücadele ettiğimiz KÜRESEL bir sınıfsız, sömürüsüz toplum ancak “işçi sınıfının kendi eseri” olabilir. İnsanlığın küresel düzeydeki kurtuluşu için sermayenin “küreselleşme” adıyla ya da açıktan savaş yöntemleri ile kendini kurtarma çabalarına karşı mücadele etmek gerektiğini düşünüyoruz.

Sermayenin kendisini genişleterek yeniden ve yeniden üretme sürecinin gereği olarak karşımıza çıkan “küreselleşme”, emekçilerin ve ezilenlerin çıkarına değildir. Kapitalist sermaye birikim süreci, toplumun büyük çoğunluğu için her zaman acı sonuçlar verdi ve vermeye devam ediyor. İnsanı sermaye biriktirmenin (kâr etmenin) bir aracı olmak dışında önemsemeyen bu sürecin “küreselleşme” ihtiyacı, insanlığın kendi ürünü olan sermayeye köleliğini artırarak devam edecek. Bu “küreselleşme” ihtiyacı, insanlığın sermayenin kölesi olmaktan çıkıp onun efendisi haline gelmesine kadar hayatlarımızı mahvetmeye devam edecektir.

Türkiye sermaye sınıfı da AB ile birlikte “küreselleşme” sürecine hız verdi. Türkiye ve Avrupa egemenlerinin işçi sınıfı ve ezilenlerin sırtından güçlenmesinin karşısında durmak ve mücadeleyi bu noktadan örmek gerekiyor.

AB ve genişleme projesine taraf olanların bir kısmı küreselleşmenin getirdiği refah, demokrasi ve özgürlükleri uzun uzun anlattılar. Evet refah arttı; zenginler daha zengin oldular! Evet demokrasi arttı; dünya egemenleri, işçileri daha fazla sömürmek ve çıkarları için savaş ve işgale başvurmak konusunda kendilerini daha serbest hissettiler! Evet özgürlükler genişledi; 11 Eylül 2001 sonrası devletlerin “terörizme karşı mücadele” adı altında mevcut haklara saldırı özgürlükleri genişledi! Evet “devlet küçüldü”; ama küçülen sadece sosyal yönü oldu, despot yönü güçlendi. Dünya işçilerinin yarısı yoksulluk sınırının altına yaşıyor, ezilen kesimler için koşullar daha da ağır.

Geçtiğimiz yıllar içinde küreselleşmenin kimin için “nimet” olduğunu daha iyi kavradık ve bugün Kolombiya’dan Kore’ye, Hindistan’dan Hollanda’ya, Filipinler’den Fransa’ya kadar sermayenin küreselleşmesine karşı mücadeleler var. Ancak küreselleşmenin pembe hayallerinin yaygın olduğu dönemde sermaye bir hayli mevzi kazandı.

AB’nin ve genişleme sürecinin itici gücü ve temel kaygısı küresel rekabettir. “AB sosyal projesi” ve “demokrasi” ise sadece söylemidir.

AB’ye Hayır, Demokrasiye Evet

Antikapitalist kendisini sermayenin küreselleşme saldırısına karşı (AB dahil) uluslararası sosyalizm mücadelesi içinde tanımlar. Antikapitalist küreselleşme karşıtıdır ama milliyetçi değildir. Milliyetçi değildir ama ezilen ulusların mücadelesinin yanındadır. Kapitalizme ve onun anti-demokratik burjuva demokrasisine karşıdır ama demokrasi mücadelesinin yanındadır.

Toplumsal kesimlerin üretim ilişkilerinin neresinde yer aldığına bakarak politika oluşturur ama üretim ilişkilerinin her iki tarafında da yer alan ezilenlerin kurtuluş mücadelesinin yanındadır.

Sınıf merkezlilik, post-modernistlerin iddia ettiği gibi teorik ve pratik düzeyde ezilenler sorununda kör olmadığı gibi zaten iç içe geçmiş güçlerin birliği üzerinden bir kurtuluş mücadelesi hattı tanımlamaktadır*. Ezilenlerin öznel sorunları ve çözümlerini kapsamayan mücadele birliğinin yaşama şansı olmadığı gibi başarı şansı da yoktur.

Önümüzdeki dönem açısından mücadele perspektifine bu noktadan ulaşmak mümkün. 1980 askeri darbesi ve Özal döneminden bu yana yaşadığımız küreselleşme sürecinin dünyada olduğu gibi bu coğrafyada da temel karakteristiği artan sömürü ve eksilen demokrasidir. Bu eğilim sadece güçlü ve birbirini besleyen toplumsal mücadeleler ile kesintiye uğramıştı. Ancak birlik eksikliği mücadeleleri saldırıya karşı korunmasız bırakmıştı.

AB uyum süreci temelde Türkiye ve Avrupa egemenlerini emekçi ve ezilenlerin sırtından güçlendirecek olan neo-liberal küreselleşme sürecinin bir parçasıdır.

Eski AB ülkeleri ile yeni katılan ve katılması beklenen ülkelerde sürece dair hayallerin mücadelenin önünü tıkama tehlikesi var. Türkiye’de de bunu yaşıyoruz.

Ancak toplumdaki AB umudu olarak kendini ifade eden “değişim isteği” ve “beklentilerin yükselmesi” kendi başına olumsuz değildir. Mesele bu değişim isteğinin somut ve birleşik mücadelelere dönüştürülmesidir. AB umutları ile acı gerçekleri arasındaki mesafe bir mücadele alanına dönüşebilir.

1999’dan sonra dünyada küresel egemenlere karşı yükselen mücadele dalgası “mücadele” perspektifimizi gerçekçi kılmaktadır. Birleşik mücadelenin hem yerelde hem de küresel alanda hayata geçirilmesinin “objektif” olanakları vardır.

“Küreselleşmeye, savaşa, BOP’a ve AB’ye HAYIR, emek, barış ve demokrasiye EVET” şeklinde özetlenebilecek mücadele hattının örülebilmesi için, bir hırsızlar kulübü konusunda hayal yaratan, ezilenler konusunda “kör”, işçi sınıfının gücünü küçümseyen politikaları bir kenara bırakılmalıdır. Bu da önümüzdeki sürecin “subjektif” yönüdür.

Tam da bu nedenle mücadele öznelerinin bugün ne tutum aldığı, nasıl bir mücadele hattını ördüğü, hangi politikaları hangi temel ve hedeflerle belirlediği önemlidir.

Türkiye devletinin AB üyesi olmasını isteyen “Evetçi” kesimin hayal yarattığını ifade etmiştik. Ancak “Hayır” diyen öznelerin bir kısmı katıksız milliyetçi, AB’ye umut bağlayanları neredeyse haklı çıkaracak derecede demokrasi düşmanıdır. Bir kısmı da “ulusal kalkınmacılığı” öyle bir noktaya vardırdılar ki “Türkiye” sermayesinin çıkarlarını egemen sınıftan daha fazla düşünür oldular.

Açıkçası mücadele alanı açacak, sürecin çelişkilerinin ortaya çıkardığı fırsatları iyi değerlendirecek bir özne sorunu var ortada.

Küreselleşme tartışmalarının ilk döneminde olduğu gibi bugün de “AB’ye hayır, demokrasiye evet” diyenler ne yazık ki bir azınlık oluşturuyor. Tartışmaları ve mücadelemizi sürdürürken bu azınlığı da güçlendirmemiz gerekiyor.

Antikapitalist; Sayı 30; Ocak 2005

'Avrupa Birliği' sayfasına dön
sayfa başına dön