Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Küreselleşme nedir?

Küreselleşme masalı "hepimizin aynı dünyada yaşıyoruz ve hep birlikte fedakarlık yaptıktan bir süre sonra Avrupa ve Amerika'daki yaşam standardına ulaşacağız" cümleleri ile başlıyor.

Dünya işçilerine de yıllardan beri anlatılan küreselleşme masalı üç aşağı beş yukarı aynı: "Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, artan işsizlik ve esnek çalışmayı kabul etmek zorundasınız." Küreselleşmenin bu anlama geldiğini anlatan yöneticiler "diğer ülkelerin işçileri kabul ediyor, siz de kabul etmek zorundasınız, yoksa rekabet edemeyiz" söylemini dillerinden düşürmüyorlar.

Tek taraflı küreselleşme

Ne var ki bu küreselleşme tek yönlü işliyor. Doğru hepimiz IMF ve Dünya Bankası'nın direktifleriyle karşı karşıyayız. 90'ı aşkın ülke IMF'nin yeniden yapılanma programlarına maruz bırakılıyor. Ancak bu programlar yaşadığımız dünyayı daha adil bir hale getirmiyor tam tersine varolan eşitsizliği artırıyor. Küreselleşme politikaları zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurumu genişletirken her ülkenin zengini ve fakiri arasındaki gelir dağılımını daha da bozuyor.

1980'de gelişme(me)kte olan ülkeler dünya ticaretinin yüzde 28'ini gerçekleştirirken bu rakam yüzde 19'a düştü.

Küreselleşmenin etkisi zengini yoksullar karşısında daha da güçlendirmek şeklinde hissedildi. Brezilya'da 2 milyon kişi tüm zenginliğin yüzde 53'üne sahipken 54 milyon kişi yoksulluk içinde yaşıyor. Sadece Sao Paolo'da geçen yıl 100 bin kişi daha işsiz kaldı. Çin'in serbest piyasaya yönelmesinin etkisi aynı şekilde hissedildi. Çin'de en zengin eyaletin geliri en fakir eyaletinkinin 7.5 katı iken eyaletlerin içinde de gelir uçurumu giderek açılmakta.

Küreselleşme patronların dayattığı düzendir. Küreselleşmenin zengin ve yoksullar üzerinde yarattığı dünyanın her yerinde etki ters orantılı.

Dünya düzeni kriz içinde. Patronlar işçi ücretlerini düşürerek, işi düşük ücretli ülkelere kaydırarak kârlarını arttırmaya çalışıyorlar. Sonra da işçilerin üretilen malları alacak paraları olmadığını fark ediyorlar ve kârlar yeniden inişe geçiyor. Patronların ürettikleri yeni çareler de işçi ücretlerini ve sosyal güvenlik haklarını daha da budamaktan başka bir işe yaramıyor. Eroin bağımlıları gibi her yeni dozda daha da bağımlı hale geliyorlar. Ancak onların bağımlılıklarının faturası yoksullara ödetiliyor.

Küreselleşme geri tepki

Küreselleşme fikrinin yarattığı etki patronlara geri tepti. Daha fazla insan düşmanın sadece kendi patronları ya da hükümeti olmadığını fark etmeye başladı. Sorunun, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar tarafından simgelenen bütün bir dünya sisteminde olduğu görülmeye başlandı. Tabii ki yerel patronlar ve hükümetler, Türkiye hükümeti ve patronları gibi, IMF politikalarının gönüllü uygulayıcıları. Çünkü bu politikalar işçiden alıp patrona veriyor. Hangi patron buna "hayır" der?

Düşmanın dünya düzeni olduğunu fark ettiğimizde tek tek ülkelerdeki mücadelelerin bizim tarafımızı güçlendirdiğini de görüyoruz. Başka ülkelerdeki mücadelelerden güç alıyoruz. Avustralya'nın Melbourne kentinde olan gösteriler Prag etkinliğini inşa etmek için bizleri daha da güçlendirdi, heyecanlandırdı.

Mücadele yayılıyor

Fransa petrol fiyatlarına karşı yapılan grev ve gösterilerle çalkalandığında hükümet taviz vermek zorunda kaldı. İngiliz Economist dergisi "Fransa eski kaosuna geri dönüyor" diyerek hükümetin taviz verişini eleştirdi. Ne var ki bundan bir hafta sonra İngiltere'de sadece iki günlük petrol kaldı. Fransa'daki mücadeleler İngiltere'ye de sıçramıştı. Hükümet olağanüstü hal ilan etmek durumunda kaldı. Bir İngiliz gazetesinin "Son damlaya kaldık" diye başlık atması hükümet ve egemen sınıfın içinde bulunduğu panik durumunu yansıtmaya yetiyor.

Çözümler

Tek ülke için bir çıkış olmadığı artık iyice belirginleşti. Hiçbir ülke dünya sisteminden kendini izole edemez. Malların üretim biçimi ve gıdaların yetiştirilme yolları bunu imkansız kılıyor. Kullandığımız ve yediğimiz her şey dünyanın dört bir yanından geliyor. Dünyadan kendisi soyutlamaya çalışan bir ülke ya aç kalır ya da taş devrine geri döner. Taş devrinde dünya nüfusu sadece birkaç milyondu. Bugün 6 milyarı aşkın insan yaşamaya devam etmek istiyorsa bunu birlikte yapmak zorunda. Dolayısıyla asıl soru nasıl mücadele edeceğimiz ve kazanma şansımızın olup olmadığıdır.

Uluslararası bir mücadele

Kazanmak istiyorsak uluslararası düzeyde mücadele etmeliyiz. Haliç Tersane işçileri kapatma kararına karşı mücadele ederken duvarlara "Tersaneyi kapama, Yunanı mutlu etme" yazmışlardı. Ancak Yunanistan'da da işçiler tersane kapatmalara ve çalışma koşullarının kötüleştirilmesine karşı mücadele etmekteler. Başka ülkelerde işçiler mücadelelerini kaybederlerse bu bize karşı da kullanılacak. Asya ülkelerinde tekstil işçilerine verilen düşük ücretler Türkiye'de teksit işçilerini vurdu ve ücretleri düşürdü. Onlar mücadele ettiğinde bize yardımcı oluyorlar. Yunanistan Telekom işçilerinin özelleştirmeye karşı verdiği mücadele Türk Telekom işçileri için bir ilham kaynağıdır.

Patronlar işçi ücretlerini düşürmek, sosyal güvenliği yok etmek ve sendikalara saldırmak için uluslararası düzeyde elbirliği ediyorlar. Onlarla etkin bir şekilde mücadele edebilmek için bizlerin de birlik olması gerekiyor. Dolayısıyla bizleri bölen her şeye karşı durmalıyız. Tam da bu nedenle milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı olmak, azınlık haklarını desteklemek sadece ahlaki bir ilke değil kazanmak için bir zorunluluktur.

Kazanmak için mücadeleye

Uluslararası düzeyde şekillenen yeni mücadeleler bir dizi soruyu da beraberinde getiriyor. Petrol fiyatları konusundaki mücadele Fransa'dan İngiltere'ye sıçradığında küçük, hatta büyük patronlar bu eylemlere katılırken sendika liderleri "sükunet ve normal çalışma gününe dönüş" çağrısı yaptılar. Bu, hareket için sorun yaratıyor. Petrol vergilerinde ve fiyatlarında bir indirim sorunu çözer mi? Fiyat ve vergiler düşürüldüğünde patronların gıda ve ulaşım fiyatlarını düşürmek yerine aradaki farkı kâr olarak ceplerine indirmeyecekleri ne malum? Bu nedenle iki şey yapmamız gerekiyor. Bu mücadelelerin, sistemin insan ihtiyacını karşılayamamasının bir ürünü olduğunu görmeliyiz. Bu mücadelelerin bir parçası olmalıyız. İkincisi ise kazanmak istiyorsak bu sistemin işleyişinden çıkarı olmayan çalışanları, kaybedecek bir şeyi olmayanları mücadelede birleştirmeliyiz. Bu sistemden tümüyle kurtulmadıkça kâr değil insan ihtiyacını öncelik edebileceğimiz bir dünya kuramayacağız.

Antikapitalist; Sayı 1; Eylül 2000

'Avrupa Birliği' sayfasına dön
sayfa başına dön