Güncelleme:
10.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Stalin’in Marksist Gelenekten Kopuşu:

Tek Ülkede Sosyalizm Teorisi

Marksist geleneğimizi, devraldığımız devrimci mirası incelerken bakacağımız yerlerden birisi de gelenekten kimin nerelerde koptuğudur. Tek ülkede sosyalizm teorisi böyle bir kopuşa, devrimci marksist gelenekteki yol ayrımına denk düşüyor.

Devrimci marksist gelenek enternasyonalisttir. Bu bakış açısı Marks ve Engels tarafından daha 1845 ve 1847’de formüle edilmiş ve daha sonraları Lenin tarafından Rus Devrimi ile ilişkili olarak sayısız kere yinelenmişti.

Stalin’in 1924 yılı Nisan ayında kaleme almış olduğu Leninizm Temeli adlı kitabında enternasyonalist bir yaklaşıma sahipti. Şöyle diyordu:

“Sosyalizmin başlıca görevi sosyalist üretimin örgütlenmesi hala önümüzde duruyor. Bu görev yerine getirilebilir mi, çeşitli gelişmiş ülkelerin proletaryasının birleşik çabaları olmaksızın sosyalizmin nihai zaferi bir ülkede başarılabilir mi? Hayır, bu olanaksızdır.”

Enternasyonalizm çöpe atıldı

O halde Stalin’in bu kitabın basımından altı ay sonra, 1924 sonbaharında, tek ülkede sosyalizm teorisini ortaya atmasının nedeni neydi? Açıkça Alman Devrimi’nin 1923’teki yenilgisi ve bunun ardından kapitalizmin Almanya‘da göreli istikrar içine girmesine karşı bir tepkiydi bu. Tek ülkede sosyalizm teorisi ülkenin hakimi durumunda bulunan bürokratların ihtiyaçları ve özlemleriyle tam olarak örtüşen bir teoriydi.

Troçki’nin söylediği gibi tek ülkede sosyalizm açık bir biçimde bürokrasiye hakim bir ruh halini yansıtıyordu. Bunlar sosyalizmin zaferinden sözettikleri zaman aslında kendi zaferlerinden söz etmiş oluyorlardı. 1917’de işçiler açısından “tüm iktidar sovyetlere” sloganının anlamı ne idiyse şimdi tek ülkede sosyalizm teorisinin bürokrasi için anlamı oydu.

Lenin’in de vurgulamış olduğu gibi, kapitalist dünya ekonomik ve askeri açıdan genç işçi devletinden üstün konumunu sürdürüyordu. Devrimin ilk yıllarında izlenen Lenin ve Troçki tarafından geliştirilmiş olan strateji kuşkusuz kararlı bir askeri savunmayı içeriyordu. Ancak bu stratejinin temel dayanağı, kapitalizmin içten çökertilmesini sağlamak üzere uluslararası devrimin teşvik edilmesiydi.

Tek ülkede sosyalizm teorisi ise başka bir stratejiye denk düşüyordu. Sözkonusu strateji, uluslararası sınıf mücadelesine güven ilkesini kaldırıp yerine bir ulus-devleti olarak Sovyetler Birliği’nin gücüne güvenilmesi ilkesini geçirdi.

Fatura işçi ve köylüye ödetildi

Ne var ki Rusya rakipleriyle karşılaştırıldığında son derece yoksul, emeğin üretkenliğinin düşük olduğu bir ülkeydi. Sanayileşme muazzam bir yatırım gerektiriyordu ve uluslararası yardımın yokluğunda bu yatırımların yapılabilmesi için elde bir tek kaynak kalıyordu; bu da işçinin ve köylünün emeği idi. Batıda sanayi devriminin insan maliyeti korkunç olmuştu. Stalin ise bunu 10-15 yıla sıkıştırmaya çalışıyordu. Barbarlık düzeyinde zora başvurmadan işçi ve köylünün sırtından gerekli büyüklükte sermaye birikiminin sağlanamayacağı ortadaydı.

Böyle bir zoru uygulayacak bir aygıta ihtiyaç vardı. Bu aygıt burjuvazinin daha önce Batı Avrupa’da oynamış olduğu tarihsel rolü üstlenecekti. Bunun karşılığında da sermaye birikiminin nimetlerinden yararlanacak, sefa içinde yaşayacaktı. Tek tek bürokratların sermaye birikiminde edindiği rol ve sağladıkları çıkar onları kapitalist bir sınıf haline gelme sürecine soktu. Tek ülkede sosyalizmin pratikteki sonucu tam karşıtı oldu: Tek ülkede devlet kapitalizmi.

Tek ülkede sosyalizm anlayışı, teorik sonuçlar da doğurdu. Tek ülkede sosyalizm teorisi markist gelenekte yapılan küçük bir değişiklikle sınırlı bir olgu olarak görülemez. Rusya’da nüfusun ezici çoğunluğu işçi değil köylüydü. Marks ve Lenin işçilerle köylüler arasında kapitalistleri ve toprak beylerini yıkmak üzere bir ittifak kurulabileceğini kabul etmekle birlikte, köylülüğün sosyalist bir sınıf olmadığını her zaman ve ısrarla vurgulamışlardır. Köylü hareketi kapitalizmin temellerine karşı bir hareket değil serfliğe başkaldıran bir mücadeledir. Dolayısıyla köylülükle ilgili marksist analizlerin de değişmesi gerekiyordu. Böylece, bir dönem için, Stalin, köylülüğün “sosyalizmle bütünleşmiş olduğu” tezini öne çıkardı.

Milliyetçiliğe zemin hazırladı

Tek ülkede sosyalizm teorisi, aynı zamanda uluslararası komünizm içinde ikinci ve çelişkili bir eğilimin doğmasına da neden oldu. Milliyetçiliğin Rusya’da yaşama geçmiş biçimi olan bu teori, diğer ülkelerdeki komünist partilerin her birinde milliyetçilik eğiliminin doğup gelişmesine kapı araladı. Troçki’nin o günlerdeki ifadesi şu şekilde:

“Sosyalizmin tek ülkede gerçekleştirilebileceğine inanıldığında, bunun yalnız iktidarın fethedilmesinden sonra değil, fakat, bundan önce de gerçekleştirilebileceğine inanmak mümkün hale gelir. Eğer sosyalizmin geri bir ülke olan Rusya’nın ulusal sınırları içinde gerçekleştirilebileceğine inanmamak için ortada hiçbir neden yoksa bu Komintern için de toplumsal vatanseverlik hattı boyunca yaşanacak dağılmanın başlangıcı olacaktır.”

Sonuç olarak, stalinizm iki biçim almıştır. Birincisi, Rusya’da sosyalizm adına kendisini devlet kapitalisti egemen sınıf olarak inşa etmiş olan karşı devrimci bürokrasi ve onun ideolojisidir. İkincisi ise, bu karşı devrimci sınıfın ideolojisinin Batı’da taşıyıcılığını yapmakla işe başlayan, evrimleşerek işçi hareketi bürokrasinin bir parçasını oluşturan kesim ve bunların ideolojisidir. Komünist partileri stalinizmin aldığı ikinci şekli teşkil ederler.

Stalinizmin bu iki biçimi birbirinden farklıdır ve birbirlerine eşitlenemezler elbette. Birincisi işçi sınıfını ezen bir egemen sınıftır. İkincisi ise sosyalizm mücadelesi veren ama ideolojilerinden dolayı her zaman işçi sınıfını çıkmaz sokaklara sürükleyen bir bürokrasidir.

Ne var ki her iki kesim de hiç bir şekilde devrimci marksist geleneğin içinde değildir.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 7; Ağustos 1998

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön