Güncelleme:
12.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


ROSA

İşçi sınıfı mücadele tarihinde Marks, Engels, Lenin, Troçki ile birlikte devrimci marksist önderler arasında yerini alan Rosa Lüksemburg 15 Ocak 1919’da Alman Devrimi’nin başlamasından iki ay sonra öldürüldü. Henüz 48 yaşında olmasında rağmen geriye zengin bir teori ve mücadele geleneği bıraktı.

Rosa Lüksemburg 5 Mart 1871’de Polonya’nın Zamosc kasabasında doğdu. Yahudi bir ailenin çocuğuydu. Genç yaşta radikalleşti ve 16 yaşında Proleterya adında devrimci bir grupta politik mücadeleye atıldı. Devrimci faaliyetlerinden dolayı 1889’da Polonya’dan sürüldü. İsviçre’de dokuz yıl hem üniversiteye devam etti hem de yeni adı Polonya Krallığı Sosyal Demokrat Partisi olan grubun teorik liderliğini üstlendi. 1893’de partinin İkinci Enternasyonal temsicisi olması önderliğinden kaynaklanıyordu.

Reformist bataklığa karşı mücadele

1898’de Almanya’ya geçti ve Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD’ye katıldı. Hızla SPD’nin reformist eğilimlerine karşı tartışmaya başladı. Berstein ve Kautsky’le amansızca çatıştı. Uluslararası düzeyde Lüksemburg, “Marksizmin Papası” olarak bilinen Marksizme bağlılığını sözde devam ettiren ancak gerçekte reformist olan Kautsky’e “bataklığın lideri” ünvanını vermişti.

Rosa Lüksemburg reformizme ve sendikal bürokrasiye karşı verdiği mücadeleden dolayı kısa zamanda partinin ve bürokrasinin öfkesini üzerine çekti. Ancak onun reformize karşı uzlaşmaz devrimci marksist tutumu reformlar için mücadeleye karşı olduğu anlamına gelmiyordu. Tam tersine işçi sınıfının reformlar için mücadelesini devrim için mücadelenin ayrılmaz bir parçası ve okulu olarak görüyordu.

1905’de Rusya’da devrimci kalkışma yaşanırken, Lüksemburg devrimin karakteri üzerine kafa yoruyordu. Troçki’den bağımsız ve onun çalışmasından habersiz olarak sürekli devrim tezini geliştirmekteydi. Tam da bu nedenle Stalin, 1931’de artık hayatta olmayan Rosa Lüksemburg’u “Troçkist” olarak afaroz etmeye çalışacaktı.

Aralık 1905’de devrimci mücadeleye katılmak üzere Polonya’ya kaçak olarak giren Rosa Lüksemburg kısa süre sonra tutuklandı ve dört ay hapisten sonra tekrar Almanya’ya sürüldü.

1905 Devrimi’nin etkisiyle netleştirdiği devrimci durumda kitle grevinin merkezi rolü hakkında yaptığı bir konuşma nedeniyle bu kez de Almanya’da iki ay hapis yattı.

Uzlaşmaz enternasyonalist

1907’de katıldığı İkinci Enternasyonal Kongresi’nde, ülkede esen emperyalist savaş rüzgarlarına ve militarizme karşı enternasyonalist tutumu tartıştı. SPD liderliğinin savaş ortamında işçi sınıfının uluslararası en genel çıkarlarına-yani enternasyonalizme sadık kalmayacaklarından korkmaya başlamıştı. SPD’nin 1914’de savaştan yana enternasyonalizme karşı tutum alması bu korkusunun ne kadar yerinde olduğunu gösteriyordu.

1913’de Sermaye Birikimi, Emperyalizmin Ekonomik İzahına Bir Katkı kitabı en önemli teorik çalışmasıdır. Kitap Marks’ın Kapital’inden sonra yayınlanan en önemli çalışma olarak nitelendirilir.

Rosa Lüksemburg yaklaşan savaşa karşı hem teorik hem de politik mücadele verdi. Şubat 1914’de askerleri isyana teşvik etmekten yeniden tutuklandı.

Devrimcilerin her zaman işçi sınıfından öğrenmesine vurgu yapan Lüksemburg, Ağustos’ta savaş başladığında işçi sınıfı içinde yaygınlaşan milliyetçiliğe karşı enternasyonalist bayrağı taşıyacak olan Spartakist grubunu oluşturdu. Dört yıl boyunca bu gruba genellelikle hapisten liderlik yaptı.

Rosa Lükemburg 1917’de Rus Devrimi’ni çoşkuyla selamladı: “Batı Sosyal Demokratlarında eksik olan bütün devrimci onur ve kapasite Bolşevikler tarafından temsil edilmektedir. Ekim Ayaklanması sadece Rus Devrimi’nin kurtuluşu değil aynı zamanda enternasyonal sosyalizmin onurunun kurtuluşudur.”

Lenin’den geç öğrendi

Rosa Lüksemburg geçmişte ulusal sorun ve parti örgütlenmesi konularında Lenin ile ters düşmüştü. SPD’nin ve sendikaların bürokrasisine karşı işçi sınıfının kendiliğinden eyleminin önemini vurgulamaktaydı. Ancak kendiliğindenci değildi. Hayatı boyunca örgütlü mücadele etti. Bolşevik Partisi gibi bağımsız bir örgütü 1919’a kadar kurma girişiminde bulunmaması kendisini işçi yığınlarından koparmamak kaygısından kaynaklanıyordu. Bu nedenle bir milyon üyesi olan SPD içinde ve 1916’dan sonra sol reformistlerle hareket etmeyi yeğledi. Lüksemburg’un bütün devrimlerin kendiliğinden kitlesel hareketle başladığı tartışması son derece doğru olmakla birlikte devrimci sürecin işçi sınıfının iktidarıyla sonuçlanmasının gerekli koşullarından biri de bağımsız devrimci bir partinin sınıfa önderlik etmesidir. Bolşeviklerin Rusya’da daha devrimci sürece girmeden inşa ettikleri bu parti Almanya’da yoktu. Devrimci parti devrimin ortasında kurulmaya çalışıldı. Boşluğu devrimci ve sol söylemle dolduran. reformistler, pratikte Alman Devrimi’nin kana boğulmasını sağladılar. Rosa Lüksemburg’un 80 yıl önce hayatına mal olan da bu hatasıydı.

Reformizme Karşı Mücadele

Paris Komünü’nün yaşanmış olduğu 1871 yılında doğan, 1905 ve 1917 Rus Devrimlerine tanıklık yapan, 1918’de Alman Devrimi’nde savaşan Rosa Lüksemburg hayatını reformizme karşı mücadele ile geçirdi.

Bugün, sosyal demokrat partilerin reformizmi ile uzun yıllara dayanan bir tanışıklığımız var. Ancak Lüksemburg’un yaşadığı dönemde reformizm yeni bir olgu olarak işçi sınıfını etkilemekteydi. Kendisini marksist ve sosyalist olarak tanımlayan Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD, bir milyon üyesi ile işçi tabanına sahipti. Ancak “Marksizmin Papası” olarak bilinen Karl Kautsky liderliğindeki partinin varlığı kapitalizmin devrimci yıkılışı için değil sistemin devamını sağlamak üzerine şekilleniyordu. Lüksemburg 1898’de katıldığı SPD’deki bu eğilimlere karşı mücadeleye etmekteydi.

Eduard Berstein açıkça SPD’nin Erfurt Programı ile kabul ettiği devrimci marksizmi çöpe atması gerektiğini “demokratik sosyalist reform partisi” olması gerektiğini tartışıyordu. Berstein’e göre Marks’ın iddia ettiğinin tersine kapitalizmin çelişkileri giderek derinleşmiyor, azalıyordu. Tröstler, tekeller ve bankaların kredi kurumları sistemin anarşik yapısını dengeliyordu. Kapitalizm dönemsel kriz ve buhranlar yerine bolluğa doğru ilerliyordu. Dolayısıyla işçi sınıfının ekonomik ve politik koşulları sendikal faaliyet ile iyileştirilebilirdi. İşçi sınıfının sistemi devirmesi ve politik erki ele geçirmesi gerekmiyordu.

Aslında Berstein Alman kapitalizminin o anki durumunu ifade ediyordu. Sistem 1873’den sonra krize girmemişti ve genişleme dönemi yaşanmıştı.

Reform mu Devrim mi?

Berstein’in marksizmi yeniden değerlendirmesi karşısında Rosa Lüksemburg 1899’da Sosyal Devrim mi Reform mu? kitabını yazdı. Berstein’in bahsettiği tekel, tröst ve kredi kurumlarının sistemin çelişkilerini yumuşatmak yerine daha da derinleştirdiğini tartıştı. Bunlar zenginlik ve bolluk yayan değil tam tersine işçi sınıfının daha da azgınca sömürülmesini sağlayan kurumlardı. Sermayedarlar daha örgütlü hale geldikçe işçiler üzerindeki basıncı artıyordu. İşçiler fabrikada daha fazla üretirken, tüketici olarak daha az satın alabilir hale gelmekteydiler. Her iki nedenden dolayı da emek-sermaye çelişkisi derinleşiyordu. Sistemdeki anlık denge ancak geçici olabilmekteydi.

Ayrıca sermayenin tekelleşmesi pazar payı mücadelesini şirketler arası rekabetten devletlerarası rekabete taşıdığı için kaçınılmaz olarak emperyalist savaşlar yaşanacaktı. Kapitalist sistem büyük çoğunluk için bolluk içinde yokluk ve ölüm demekti. Bu nedenle de kapitalist sistemi devirmek bir gereklilik ve bir ekonomik zorunluluktu.

Berstein’in kapitalist sistemi zayıflatmasını beklediği sendikalar ise işçilerin ücret ve haklarını etkilemekle birlikte ücret sistemini ortadan kaldırabilecek kurumlar değildi. Sermayenin her saldırısı sendikal mücadele ile bir önceki dönemde elde edilen hakları silip süpürüyordu.

Sistem çıkmaza girdikçe yöneticilerin varolan görece demokrasileri bile tırpanlamaktan hiç geri durmayacakları Lüksemburg için çok açıktı. Her an kapatılabilecek bir parlamento yoluyla sosyalizme ulaşılabileceğini düşünmek tam bir ideallistik hayaldi. Rosa Lüksemburg kapitalizmin çelişkilerini görmezden gelerek sistemi reforme etmeye çalışanları Don Kişot’a benzeterek “dünyayı reforme etme seferlerinden her defasında morartılmış gözlerle dönerler” diyordu.

1902’de ise şunları söylemekteydi: “Sosyal Demokrasi işçi sınıfının burjuva hukukundan milim ayrılmaması gerektiğine dair oportünist bir tutum alırsa bütün parlamento ve diğer faaliyetler pislik içinde çökecek ve yerini sınır tanımayan gerici şiddete bırakacaktır.”

Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde SPD marksist enternasyonalizmi çöpe attı, Alman Devrimini durdurmak için eski düzenle işbirliği yaptı, Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht gibi kararlı devrimcileri öldürdü. Reformizm şiddet kullanarak yoluna devam etmeye çalışmaktaydı. Hitler iktidara geldiğinde ise ne parlamento kaldı ne de reformist partiler. Reformistlerin burjuva hukukuna bağlılığı “sınırsız gerici şiddete” yol açmıştı.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 1; Ocak 1999

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön