Güncelleme:
14.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


12 Mart: Ara Rejim Kimin Rejimi

12 Mart 1971 Muhtırası bugün genellikle “darbe” olarak adlandırılıyor. Oysa o dönemde darbe olarak algılanmamıştı. MGK muhtırayı Süleyman Demirel’in Adalet Partisi Hükümeti’ne vermiş, hükümetin istifasını ve bir “reform hükümeti” kurulmasını talep etmişti. Parlamento dağıtılmadı. Parlamentodaki partiler ordunun tehtidi karşısında geri adım attılar.

Sol, darbe ve muhtıra

Solun büyük çoğunluğu 1960 darbesi ve onun getirdiği reformları hatırlayarak yeni bir “sol” darbenin yolda olduğunu düşünüyordu. Hatta devrimci solun bir kesimi 12 Mart Muhtırası’ndan birkaç gün önce, 8-9 Mart gecesi gerçekleştirilmek üzere kendi darbeleri için hazırlık yapıyordu.

Generaller ise 1960 Darbesinden ders çıkarmakta sola göre daha başarılıydılar. Ordu içindeki radikalizmi temizleme işine 27 Mayıs’tan sadece üç ay sonra radikal subayları ordudan atarak başlamışlardı. 1970’de 56 general ve 516 subay emekli edilerek ordudan atıldılar. 12 Mart’tan hemen sonra bu temizlik harekatı devam etti ve aralarında 8-9 Mart darbe girişimcilerinin de bulunduğu radikal subaylar ordudan atıldı.

Solda kafa karışıklığı

27 Mayıs darbesi solda ordu ve darbeler konusunda bir kafa karışıklığına neden olmuştu. Türkiye İşçi Partisi’nin 12 Mart karşısındaki tavrı bunun açık bir göstergesi. 12 Mart günü yapılan bir söyleşide TİP Genel Başkanı Behice Boran orduya değil Demirel ve Adalet Partisi’ne saldırıyordu. Boran, “Anayasal demokratik düzen, sosyal hukuk devleti gerçekleştirilmediği ve geliştirilmediği için bugünkü politik buhrana düşülmüştür. Bunun başlıca mesuliyeti iktidar partisinde ve hükümetinde olmakla beraber, diğer burjuva partileri de sorumludur” diyordu.

Bundan üç gün sonra ise TİP MYK’sı Cevdet Sunay’ın açıklamalarına karşı tepki koydu: “Sunay en açık ve kesin şekliyle bir faşist yönetimin savunucusu olduğunu şüpheye yer bırakmayacak surette ortaya koymuştur.”

Hükümet programı

Nihat Erim Başbakanlığındaki hükümetin programının bir kısmının “sol” içerikli olması kafa karışılığının artmasına neden oldu. Erim son on yıldır aktif politikadan çekilmiş olmasına rağmen CHP’nin sağ kanat üyelerindendi. 2 Nisan’da açıklanan hükümet programında maden sektörünün devletleştirilmesi, toprak reformu ve yabancı sermaye üzerinde sınırlamalar vardı. Yeni hükümet 7 Nisan’da 327 oyla güvenoyu aldı.

Küçük çaplı sermayedarlar hükümetin devletçi programından tedirgin oldular. Ancak onlar için korkulacak birşey yoktu. Solun silahlı faaliyetleri bahane edilerek MGK 27 Nisan’da 11 ilde sıkıyönetim ilan etti. Hükümet programının radikal yönleri tümüyle unutuldu.

Baskı, işkence ve idamlar

İsrail elçisinin Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından 22 Mayıs’ta kaçırılıp öldürülmesi üzerine baskılar yoğunlaştı. Olayın ardınan en az 5 bin kişi tutuklandı. İşkence sıradan bir rutin haline geldi. Tutuklananların içinde darbeyi sevinçle karşılayan ya da ortada duran çok sayıda insan vardı.

Kitlesel tutuklamaların dışında hükümet Anayasa’nın 44. maddesini değiştirerek demokratik özgürlükleri kısıtladı. Üniversitelerin ve radyo televizyonun özerkliği kaldırıldı. 3 bin kişinin yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu. 1976’da mücadeleyle kaldırılan bu mahkemler 1980 darbesi sonrası yine faaliyete geçecekti. Erim hükümeti anayasal değişiklerin yürürlüğe girmesini bile beklemeden memur sendikalarını kapattı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı asma kararını onaylayan da aynı parlamentoydu.

12 Mart neden oldu?

Demirel muhtıra’dan önce “bu anayasa ile Türkiye yönetilmez” demişti. İşçi sınıfı 15-16 Haziran 1970’de gücünü göstermiş, polis ve askeri aşabilecek kapasitede olduğunu ortaya koymuştu. Ancak aynı mücadele işçi sınıfı liderliğinin zayıflığını da sergilemişti. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in 16 Haziran akşamı radyodan işçilere “evine dön” çağrısı DİSK’in sıkıyönetime teslimiyetinin belgesidir. Ancak işçiler mücadele etmeye devam ettiler. Ocak-Şubat 1971’de toplam 476 bin 116 işgünün kaybıyla sonuçlanan grevler yapıldı. Bu bir önceki yılın toplamından daha fazlaydı. Rekor düzeyde grevlere tanık olan 1966’da ise toplam 430 bin 104 işgünü kaybı olmuştu. Güçlenen örgütlenme ve mücadele reel işçi ücretlerinin 1963-70 arasında sigortalılar için yüzde 26,7 artmasına neden olmuştu. Sanayi üretimindeki yıllık artış 1965-69’da yüzde 12 iken, 1970’de yüzde 1.5’e düşmüştü.

Patronlar bu krizin faturasını işçilere ödetmek istiyorlardı. Bunun yolu da işçilerin örgütlenme haklarını budamaktan geçiyordu. DİSK ve Türk-İş üyesi işçiler, örgütlenme hakkını savunmakta kararlı olduklarını 15-16 Haziran’da DİSK’in kapatılmasına karşı çıkarak ortaya koymuşlardı.

Sermaye sınıfına çözüm getirmedi

Yoğun baskıya rağmen 12 Mart işçi sınıfı hareketinin belini kıramadı. Sendikalar mevzi kaybetmişti ama darmadağın edilememişti. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün 12 Mart’ı desteklemesi tepkilere neden oldu. Parti, muhtıraya karşı çıkan Bülent Ecevit önderliğinde sola kaydı. Mayıs 1972’de Ecevit Genel Başkan seçildi. 1973 genel seçimlerinde CHP oyların yüzde 33.5’ini alırken AP’nin oyu yüzde 15’e düştü. Kurulan dernekler kapatılan memur sendikalarının yerini aldı ve eskisi gibi mücadeleyi sürdürdüler. Mavi yakalı işçilerin mücadeleleri de 1970’ler boyunca devam etti.

İşçi sınıfı 12 Eylül 1980’de olduğu gibi dağıtılmamıştı. 12 Mart baskıcı rejimi sırasında reel ücretler yüzde 12 civarında düştü, ama 1973 seçimlerinden sonra işçiler bu kayıplarını kısa zamanda telafi ettiler.

Buna karşın 1980 darbesi işçi sınıfı örgütlenmelerini darmadağın etti. Reel ücretler darbenin hemen sonrasında 1977’deki tepe noktasına göre yüzde 50 düşürüldü ve 80’ler boyunca bu düşüş devam etti. 1987’ye gelindiğinde gerçek ücretler 1963’deki düzeyinin sadece yüzde 59’u düzeyindeydi.

Neden direniş olmadı?

Bu çok güçlü işçi sınıfı politik liderliğin zayıflığı nedeniyle dizginleniyordu. İşçiler 12 Mart’ı durdurabilirdi. Ordu konusunda solun sahip olduğu hayaller sınıfı geri tutuyordu. En fazla zarar gören sol oldu. İşçiler arasında sola karşı geniş bir sempati ve Deniz Gezmiş ve arkadaşarının idam edilmesine karşı gerçek bir öfke vardı. Bir genel grev, Kızıldere’deki silahlı eylemlerin durdurmadığı, durduramadığı idamları engelleyebilir, Denizleri koruyabilirdi.

Dersler

1971’de zayıf ve bölünmüş bir egemen sınıf, güvenli bir işçi sınıfıyla karşı karşıyaydı. Ordu, baskı aracılığıyla işçi hareketini kırmayı ve egemen sınıfı birleştirmeyi denedi. Ordu hakkında 27 Mayıs 1960’dan kaynaklanan yanılsamalar 12 Mart’ın gücünü artırmaya neden oldu.

12 Mart işçi sınıfı mücadelesi içinde politik netliğin ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. Ne yazık ki sol 27 Mayıs ve 12 Mart darbelerinden, 15-16 Haziran mücadelesinden gerekli dersleri çıkaramadı. Sol, bir yandan mücadeleyi gerileten milliyetçi firkirlerle kirlenmişti, diğer yandan da işçilerin günlük mücadelelerinden kopmuş durumdaydı.

Bugün de egemen sınıf zayıf ve bölünmüş durumda. İzmit SEKA’da yaşanan fabrika işgali ve bunun başarısı işçi sınıfının mücadele yeteneğini kaybetmediğini gösteriyor. 1995’de hükümeti devirenin Türk-İş eylemleri olduğunu unutmamalıyız.

Egemen sınıfı birleştirmek için ordu gün be gün politikaya müdahale ediyor ve baskı artıyor. Ve yine milliyetçilik işçi sınıfının en zayıf tarafı. İşçi sınıfının günlük ekonomik mücadeleleriyle milliyetçilik karşıtı politikaları birleştirebilen ve sınıfa net bir liderlik yapma yeteneğine sahip devrimci bir hareket inşa etmek zorundayız..

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 11; Aralık 1998

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön