Güncelleme:
14.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


İşçi Sınıfının İlk İktidar deneyimi:

PARİS KOMÜNÜ

“Komün’ü ile işçilerin Paris’i, yeni bir toplumun şanlı habercisi olarak sonsuza dek kutlanacak, kahramanlarının işçi sınıfının kalbinde çok önemli bir yeri olacaktır.” Karl Marks “Fransa’da İç Savaş” adlı kitabında 1871 Paris Komünü’nden böyle bahsediyordu. Marks kitabı Birinci Enternasyonal’in talebi üzerine kaleme almaya başladığında, tarihte ilk kez kapitalist egemenliğin yerine kurulmaya çalışılan işçi iktidarı, Paris Komünü yenilmiş ve kana boğulmuştu.

Fransa’nın yayılmacı komşusu Prusya tarafından yenilgiye uğratılması Komün’ün kurulmasına neden olan koşulları hazırladı. Bu yenilgi Fransa’nın İkinci İmparatorluğu’nun çökmesine ve Louis Napoleon’un tahtan düşmesine yol açtı. Birleşik Alman İmparatorluğu’nda egemen güç olan Prusya işgaline karşı bir direnişin gerçekleşmesi işçilerin beklentilerini yükseltti.

Paris Prusya tarafından kuşatılmıştı. İşgale karşı girişilen iki devrimci hükümet kurma çabası sonuç vermedi. Ancak Şubat 1871’de barış antlaşması yapması beklenen Ulusal Meclis için seçimler yapıldı.

Thiers’deki gerici hükümet Paris’i silahsızlandırmak istedi. Ulusal Muhafızlar’ın Paris’i silahsızlandırma çabası direnişle karşılandı. Eski hükümet kenti terk etmek zorunda kaldı ve 18 Mart’ta Komün seçildi.

Bu, tarihte ilk işçi iktidarı denemesiydi. Komün’ü karakterize eden şey çok demokratik olmasıydı. Halktan bağımsız olan silahlı kuvvetler dağıtıdı. Yerine işçi kontrolünde milisler kuruldu. Polisin kontrolü yine halka geçti.

Komün üyeleri genel oy ile (erkekler tarafından) seçiliyor ve seçenler tarafından geri çağırılabiliyorlardı. Komün’e seçilenler kendilerine verilen görevi yerine getirmediklerinde seçmenler tarafından geri çağırılarak denetleniyordu. Seçilen üyeler ortalama işçi ücreti alıyor ve ayrıcalıklı bir duruma sahip olmuyorlardı

Komün’ün demokratik ve denetlenebilir olan örgütlenme biçimi yaşamın her alanında kullanıldı. Böylece en yoksul ve en çok ezilenler için de demokrasi vardı. İnsanlar bu koşulları desteklemek ve savunmak üzere silahlanmıştı.

Kısacası, Marks’ın kızı Eleanor’un da yazdığı gibi “Halkın, halk için iktidarı. İşçi sınıfının kendisini yönetmek için ilk girişimiydi.” Aslında bir sınıf iktidarının -kapitalist sınıf- başka bir sınıf iktidarı ile değişmesiydi. Marks bunu “proleterya diktatörlüğü” olarak tarif etti. Bunun anlamı işçilerin eski kapitalist devleti ortadan kaldırmak için örgütlenmesi ve onu silahsızlandırmasıdır. Bunu yerine getirmek ve kendi egemenliklerini yerleştirmek için işçilerin gerekirse silah kullanmalarıdır. Marks’a göre bu sınıf egemenliğine son vermenin önkoşuludur.

Paris Komünü başlangıçta çok başarılıydı. Ancak bu kısa sürdü. Prusya tarafından desteklenen bütün karşı-devrimci güçler, Thiers hükümeti, kapitalist sınıf ve zengin parazitler Komün’e karşı harekete geçtiler. Mayıs 1871’de karşı-devrimci Versailles birlikleri Paris’e girdi. Günlerce süren çatışmadan sonra eski düzen yeniden iktidarı ele geçirdi.

Komüncüler korkunç bir bedel ödediler. En az 20 bin komüncü öldü. Paris’e geri dönen zengin kadınlar komüncülerin infazı için gösterileri izlemeye geliyorlardı.

Terör dönemin gazetelerinde ayrıntılı bir şekilde rapor edildi. Ünlü Times gazetesi Haziran 1871’de şöyle yazıyordu: “Bin kadar Komünist yakalandıktan sonra infaz edildiler... İnsan hayatı o kadar ucuzladı ki bir insan köpekten daha kolay vuruluyor.” Standart gazetesi de komüncülerin yokedilişini şöyle anlatıyor: “Tutsaklar yaylım ateşine tutulduktan sonra hendeklere atılıyor. Ölmeyenlerde bu hendeklerde vücütların üstüste yığılmasından dolayı boğularak ölüyor. Askeri mahkemelerden sadece ikisinin bir günde verdiği infaz emri 500.”

Bu kaçınılmaz mıydı? Komün yaşayabilir, işçi devletini kurmaya devam edebilirdi. Komün çok güçlü, kitlesel bir desteğe sahipti. Yanlızca işçiler ve kent yoksulları değil aynı zamanda orta sınıfın çeşitli kesimleri de çıkarlarının Komün’ün amaçlarıyla örtüştüğünü açıkca görüyorlardı.

Ancak iki ana temel sorun vardı. Birincisi proleterya diktatörlüğüne adım atılmış olmasına rağmen, Komün karşıtlarına karşı yeterince sert, Versailles’deki karşı-devrimcilere karşı yeterince saldırgan değildi. Devrimciler karşıtlarından politik iktidarı almak zorundaydılar, bu da devrimci bir partinin inşasını gerektiriyordu.

İkincisi, ordu ve polisi dağıtmak gerektiğini anlamışlardı ancak seçimlerde kapitalist toplumda zenginliğin üretildiği asıl güç merkezleri olan işyerleri değil, halen yerleşim bölgelerine dayalı seçimleri esas almaktaydılar. Erkeklere genel oy hakkı kahramanca mücadele eden kadın işçileri dışlamakta, tüm seçmenleri sınıfından bağımsız olarak eşit görmekteydi.

Kadınlar fiilen kazandıkları demokrasiyi sonuna kadar savundular. Barikatları en son terk edenler onlar oldu. Amerikalı bir gazeteci “Bütün komüncüler kadın olsaydı, Komün muzaffer oldurdu” diye yazıyordu.

Marks’ın Komün’den çıkardığı en önemli ders, “işçi sınıfının basitce eski devlet aygıtını ele geçirip, kendi amaçları için kullanamayacağı” idi. Devletin artık gerekli olmayacağı sınıfsız bir topluma geçmenin tek yolu kapitalist devleti yıkmaktan ve kendi iktidar organlarını oluşturmaktan geçiyordu.

Paris’de işçi sınıfının korkunç yenilgisinin ardından devrimin nasıl yapılacağına ilişkin çok önemli dersler çıktı. 1917 Rus Devrimi’nin gerçekleştiği aylarda bu dersler Lenin için çok büyük öneme sahipti.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 2; Mart 1999

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön