Güncelleme:
08.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


İMF Politikalarına Karşı Toplumsal Öfke Kabardı:

ARJANTİN’DE İSYAN !

Yılbaşı öncesinde Arjantin sokaklarında başlayan gösteriler kendiliğinden bir ayaklanmaya dönüştü. Gösterileri boş bir çabayla engellemeye çalışan polisler 23 kişiyi öldürdü. Ancak nefret edilen ekonomi bakanı Domingo Cavallo ve Başkan De la Rua istifa etmek zorunda kaldı.Gelişen yeni mücadele dalgasıyla birlikte yeni başkan Rodrigues Saa sadece bir hafta dayanabildi ve o da istifa etmek zorunda kaldı. Bu isyan, sadece hükümet devirmedi, aynı zamanda ülkedeki kapitalistleri, neo-liberal politikaları hayata geçiren hükümetleri ve bu politikaları uygulamaya yardım eden IMF'yi büyük bir bozguna uğrattı. Gösterilere katılan medya fotoğrafçısı Ricardo Corcova büyük medyaya yaptığı açıklamada olayları şöyle değerlendiriyordu: "Başkan sıkıyönetim ilan ettikten sonra şehrin tüm bölgelerinden bölük bölük insanların geldiğini gördüm. Berlin duvarının yıkılışına benzettim. Bu kez neo-liberal duvar yıkılıyordu." Yeni hükümet, Arjantin'in 130 milyar dolarlık dış borç geri ödemesini askıya aldığını ilan etmek zorunda kaldı. Bu ayaklanma bütün kapitalist dünyada bir korku dalgasına neden oldu. Patronların gazetesi Financial Times şöyle uyardı: "Normalde ekonomik krizler işçileri mücadele etmekten korkar hale getirir; ancak Arjantin'de mücadele devam etti. Korkunun yerini öfke aldı ve tüm sisteme karşı direnişe yol açtı."

Buenos Aires'den bir küresel direnişçinin bağımsız medya merkezine gönderdiği izlenimler:

Öfke içindeki ayaklanma ve yağmaları televizyondan izliyordum. Aniden Başkan ekranda belirdi. Suçlularla ihtiyacı olanları ayırmak gerektiğinden bahsediyordu. Sesini kontrol etmeye çalışarak sakin ve nazikçe konuşmaya çalışıyordu. Sıkıyönetim ilan ettiğini söyledi. Arjantinde Başkan'ın böyle bir hakkı olmadığını biliyordum. Bu kararı sadece Kongre alabilirdi. Sinirlendim ve televizyonu kapattım. Sonra sesler duymaya başladım. Sesler giderek büyüyordu. Balkona çıktım. Tüm balkonlarda insanlar tavaları ve tencereleri vurarak ses çıkarıyorlardı. Gürültü giderek artıyordu. Bu bir kükremeydi ve durmayacaktı. Yaşadığım sokağın köşesinde birilerini gördüm, on kişiden fazla değillerdi. Üstüme bir tişört geçirdim ve aşağı indim. Tuhaf ve heyecan vericiydi. Tüm köşelerde küçük gruplar halinde insanlar birikmeye başlamıştı. Burası durumu iyi bir orta sınıf mahallesiydi. Ama olup bitenler herkesi çileden çıkarmıştı ve bu duygu uzun süredir yaşanıyordu. Yan sokakta da insanlar caddenin köşesinde toplanmaya başlamışlardı. Kaşıkları, tencereleri vuruyor, bayrak sallıyorlardı. Bir kaç dakika içinde 150 kişiyi bulmuştuk. Yürümeye başladık. Kimse nereye gittiğimizi veya ne olacağını bilmiyor gibiydi. Başlayalı bir saat olmuştu, her köşeden gelen sesler durmuyordu. Yürüdükçe insanlar birleşiyordu. Çok heyecan vericiydi, neredeyse manyakçaydı. Gücünü tekrar kazanma hissiydi bu. Yaşamın tüm kesimlerinden insanlar oradaydılar. Arkaya baktım, bu kendiliğinden oluşan direniş bir kaç blok uzunluğuna ulaşmıştı. Başka sokaklardan gelen kendiliğinden oluşan diğer grupların bize katıldığını görüyordum. Hoş kıyafetler içindeki genç kızları, takım elbiseli yaşlıları, gittikçe artan vergilerden bunalmış bir esnafı, bankaya borcu yüzünden evini kaybetmek üzere olan bir adamı ve 4 aydır iş bulamayan sistemin dışladığı bir başka adamı görebiliyordum. Herkes oradaydı. Heyecan vericiydi. İnsanlar balkonlarından alkışlıyor, şarkı söylüyor, tencerelere vuruyor, yürüyorlardı. Kongre binasına vardığımızda birkaç bin insan çoktan oradaydı ve diğer köşelerden de insanların geldiğini görebiliyordum. Bir partide gibiydim. Bayraklar, şarkılar, alkışlar. Merdivenlerin başındaki adam bir çeşit dumandan ışık yaktı. Her tarafı pembe bir duman kapladı.

Etrafıma bakındım, nedenini bilmiyorum ama bir gerginlik hissettim. İnsanlar gelmeye devam ediyordu ve Casa Rosada'ya doğru yürümeye başladık. Artık o kadar eğlenceli değildi. İlerdeki caddede alevleri görebiliyordum. Çöp tenekesi yanıyordu. Yürümeye devam ettim. İnsanlar sessizce şarkı söyleyip el çırpıyorlardı. Başka küçük ateşler de gördüm. Benimkinden daha fakir bir mahalleden gelenlerden oluşan bir yürüyüş koluna girmiştim. Onları suçlamıyorum. Onların ağzına herkesten daha fazla sıçıldı. Ve açlık öfkeyi besler. Genç bir çocuk sokak levhasına sopayla vurmak üzereydi ki çok eski bir kot pantolon ve tişört giyen kolunda genç bir kız tutan 30 yaşlarında zayıf bir adam ona bir şeyler söyledi ve kalabalığı gösterdi: "Bak ne kadar çoğuz" diyordu. Geriye baktım. Başlangıçta gördüğüm ve hissettiğim şeyleri yine hissettim. Herkes oradaydı. Herkes temsil ediliyordu. Biz çok fazlaydık. Genç adam sopasını attı.

Plaza de Mayo'ya vardığımda orada birkaç bin kişi vardı. Hâlâ gelmeye devam ediyorlardı. Tuhaftı… İnsanlar yürüyüşün yanı sıra arabalarla da gelmeye başladılar.

Gençler, yaşlılar, aileler…insanlar. Meydanın yarısı doluydu ve hâlâ kalabalıklar gelmeye devam ediyordu. Etrafta dolandım. Heyecan doluydum. Hâlâ orada olduğumdan dolayı çok şaşkındım. Orada durmuş kendi kendime böylesi günlerin pek sık yaşanmayacağını düşünüyordum. Gürültünün nereden geldiğine bakmak için balkona çıkmışken kendimi Başkanı devirmeye çalışan bir ayaklanmanın içinde buldum. Aniden biri beni arkadan çekti. Dengemi tekrar sağladığımda insanların kaçtığını gördüm. Yanımda biri 'orospu çocukları" diye bağırıyordu. Ben de içgüdüsel olarak koşmaya başladım. Yarım blok koştum, dönüp baktım. Binlerce insan koşuyordu. Birine neler olduğunu sordum, o kaçtı. Yanımdan geçen biri polisle ilgili bir şeyler söyledi, pek anlayamadım. Burnum yanmaya başladı. Geriye baktım… Meydandaki dumanı görebiliyordum. İnsanların gözlerine baktım, kızarmıştı. Boğazım yanıyordu. Kaçtım. Geriye baktım… İnsanlar kaçışıyorlardı. Duman gittikçe yükseldi, tişörtümü kaldırdım, burnumu ve ağzımı kapattım. Gözlerim kızardı. Miami Florida tişörtlü bir adam, kesin bir orta sınıf, şimdi onların nasıl hissettiğini anladığını söyledi. Yürümeye devam ettim, evime yöneldim. Birden ağladığımı fark ettim. Gazdan mı yoksa öfke ve bir şey yapamamaktan dolayı mı bilmiyordum.


Arjantin Montevide'dan Javier Carles izlenimlerini anlatıyor:

Çarşamba ve Perşembe günleri boyunca sokak çatışmaları sürdü ve sonunda binlerce işçi, öğrenci, ev hanımı, yaşlı ve çocuğun fedakarlığı ve kahramanlığı hükümeti devirdi.

Arjantin'in her tarafını yoğun bir yoksulluk sarmış durumda. İnsanlarının çoğunun kaybedecek bir şeyi yok. İnsanların patlaması sadece bir zaman meselesiydi. Yöneticiler yüzlerce polis ve bazı ölüm olaylarının insanları bu durumu kabul etmeye zorlayacağını zannediyorlardı. Ama yanıldılar.

Birkaç hafta öncesinde insanlar, depoların ve süper marketlerin önünde toplanarak yiyecek istemeye başladılar. Terassa Rodrigues isimli işsiz hareketine mensup binden fazla kişi pazartesi günü Buenos Aires bölgesine geldi. Havada dolaşan helikopterler ve çok sayıda polis, göstericileri korkutamadı. Dükkan sahipleri, göstericilerin taleplerine dayanamayıp yiyecek torbaları dağıttılar.

Bir sonraki gün yüzlerce insan kitlesel bir şekilde süper marketlere, depolara ve kapısı açık her dükkana karşı kitlesel bir şekilde eylem gerçekleştirdi. İnsanların umutsuzluğu ve bir önceki günkü zaferin net görüntüleri binlerce insanı sokaklara çıkmaya yöneltti. Çarşamba günü yüzlerce dükkan insanların kamulaştırmasından kaçınmak için açılmadı. Ancak o sabah binlerce kişi çocuklarının ihtiyaçları olan temel şeyleri bulmak için metal kapıları, kepenkleri yıkmak üzere sokağa çıkmaya hazırdı. Televizyonda çoğunluğu kadın ve çocuk olan göstericilerin süper marketlerde "yemek istiyoruz, yemek!" diyen bağırışları yayınlandı. Gün boyunca bütün ülkede yüzlerce süper market yağmalandı. Hükümet ve medya "anarşinin egemen olduğu" ve "düzenin yeniden inşasının" zorunlu olduğunu anlatmaya başladı. Başkan De la Rua Çarşamba günü televizyondan halka sıkı yönetim uygulaması başlattığını duyurdu. İnsanların en temel hakları askıya alınmıştı. İki kişiden fazla insanın açık havada yan yana gelmesi yıkıcılık olarak değerlendirilecek, medya sansür edilebilecek, baskı mekanizması insanları tutuklamak için serbest bırakılacaktı.

Başkan konuşmasını bitirir bitirmez bazı insanlar evlerinde tencerelerine vurmaya başladı. Bu çeşit protesto (caceroleadas) askeri diktatörlük sonlandırılırken çok yaygındı. Daha sonra sokaklara taşarak örgütlü bir eyleme dönüştü. Bir saat içinde bir milyon kişi sıkıyönetime meydan okudu. Gece yarısına kadar Plaza De Mayo meydanı dolmuştu. Ve binlerce kişi "yemek istiyoruz!"acı çığlığının yerine daha saldırgan olan "defol git!" çığlığını koydu. Sadece hükümete değil bütün politik liderler grubuna yönelikti bu slogan.

Geleneksel partiler ve hatta bu partilerle ilişkisi olan bazı sendika liderlerinin her biri için özel olarak sloganlar üretilmeye başlandı. Polis, geceyarısından sonra atlar, sopalar, kalkanlar, göz yaşartıcı bombalar ve plastik mermilerle saldırdı. Halkın barışçıl gösterisi tam bir savaşa döndürüldü. Plaza De Mayo'da bir araya gelen çoğu insan hayatlarında hiç sokak protestosuna katılmamıştı. Çok sayıda çocuk ve yaşlı insan vardı.

Polis ilk saldırdığında göstericileri köşeye sıkıştırıp korkutması kolay oldu. Ancak sonrasında direniş örgütlenmeye başlandı. Meydan ve parlamento binasının dışındaki merdivenler insanlarla doluydu. Aynı zamanda binlerce kişi Başkanlık ve Maliye Bakanlığı'nın önünde yoğunlaşmıştı. Protestolar başladıktan birkaç saat sonra insanlar Maliye Bakanı Cavallo'nun istifa ettiğini öğrenmişlerdi. Perşembe günü her şey yeniden başladı. İnsanlar öğlene doğru hükümet ve halk arasında savaş alanı haline gelmeye başlayan meydana gelmeye başladılar. Yüksek ve düşük ücretli işçiler, tişörtleriyle yüzlerini bağlayan şortlu üniversite öğrencileri, el çantalarıyla yaşlı bayanlar, sokak çocukları, gömlekleri ve kravatlarıyla ofis ve banka çalışanları, üniformalarıyla sağlık çalışanları, çok sayıda yerli insan, çocuklu kadınlar... Hepsi barikatın aynı tarafındaydı.

Baskı arttı, polis ateş açtı, çok sayıda insanı öldürdü ve yaraladı. Bu saldırıya göstericiler, McDonalds'a, bankalara, kapitalizmin ve yoksulluğun diğer sembollerine saldırarak yanıt verdiler. Bir çok binayı ve aracı ateşe verdiler. Çatışma tüm şehre yayıldı. Aynı gün öğleden sonra Madres de Plaza de Mayo'nun (kayıp annelerinin örgütlenmesi) çağırdığı düzenli yapılan gösteri vardı. Bu düzenli gösteri, askeri rejim altında kitlesel olarak faili meçhul katliamlarda öldürülen insanların anneleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Anneler bir yürüyüş sonrası meydanda oturuyorlardı. Polis onlara göz yaşartıcı bomba attı ama anneler ve onlarla birlikte direnen çok sayıda genç atlı polislerin üzerlerinden geçmelerine ve ateş açmalarına rağmen direndiler. Akşama doğru başkan görevinden istifa etti. Hükümet devrildi. Sokaklarda ise çok az şey değişti. Çatışmalar aralıksız devam ediyordu. Değişen tek şey, göstericilerin zafer kazandıklarını hissetmeye başlamalarıydı. O gün Neuquen şehrinin tüm hakimleri sıkı yönetimin Anayasal olmadığı kararını aldılar. Sokaktaki insanların kazanacakları bir dünya vardı. Binlerce insanın sokaklarda birleşerek, mücadele etmesi ve temsil ettikleri güç kolay kolay hafızalardan silinmeyecek.

Peronizm

Peronizm 1940'lardan bu yana Arjantin işçi hareketini belirleyen politik bir akım. 1940'ların ortasında Juan Peron bir ordu subayı olarak iktidara geldi. 40'larda Avrupa'daki et sıkıntısı Arjantin'in ihracat gelirlerini çok ciddi bir şekilde arttırdı. Peron kısa bir dönem için Arjantin patronlarına yüksek kâr, işçilere de yüksek ücret sunabildi. Devlet eliyle bir dizi yeni sanayi kurumları oluşturdu. Onun fikirlerine bağlı sendika liderleri işçiler üzerinde güçlü bir kontrol gerçekleştirdi. İlk karısı Eva bir azize olarak görülüyordu. 50'lerin başında ordu tarafından iktidardan indirildi. Ancak Peronist hareket hem sol kanadı hem de faşizme yakın akımları içinde barındıran önemli bir güç olmaya devam etti.

Arjantin yönetici sınıfı 1973'te yükselen işçi sınıfı dalgasını kontrol etmenin tek yolu olarak gördüğü Peron'un tekrar başkanlığa dönmesine izin verdi. 1974'de ikinci karısı İzabel yerini aldı. Peron'ların iktidarı döneminde sağ kanat ve askeri güçler sola karşı kirli savaşlarını başlattılar ve yüzlerce insanı öldürdüler. 1976'da ordu bir darbe yaptı, 30 bin kadar insan öldürüldü. Bugün halen Peronizmin etkileri devam ediyor. Bunun nedeni diğer düzen partilerinin yaşam standartlarını yükseltmekte başarısız olduğunun görülmesi ve sol bir kuşağın fiziksel olarak yok edilmesinin yarattığı hafızasızlık.

İşçi Hareketi ve Sol
Yönetici sınıf bölündü

Arjantin kapitalist sınıfı milyonlarca insana korkunç bir yoksulluk getiren krizin etkileriyle nasıl baş edeceği konusunda ortadan bölünmüş durumda. Kapitalistler iki başkanı deviren ayaklanmayı yaratan şeyin bu kriz olduğunu biliyorlar.

Kapitalist sınıf içindeki en önemli sorunlardan biri ulusal para biriminin dolara eşitliği konusuydu. Böyle devam etmek ya da devalüasyon yapmak politikaları arasında bocalayan ve bölünen yönetici sınıf ayaklanmayla birlikte orta bir yol bulmaya çalıştı: Yeni bir para basmak.

Adı Argentino olacak bu yeni para birimi Peso ve dolarla birlikte piyasayada kullanılacaktı. Ücretler bu parayla ödenecek ve böylece bir milyon yeni iş yaratılacaktı. İşçiler ve emeklilere Arjantin parası Peso veya dolara göre belki de yarı değerinde olacak bu parayla ödeme yapılacaktı. Bu öneri sokaklarda patlayan öfkeyi ortadan kaldıramadı.

İşçi hareketi

Ne yazık ki Arjantin'de sokaklarda patlayarak isyana dönüşen öfkeyi köklü bir çözüme doğru yönlendirecek bir sendikal liderlik yok. Sendikalar Delarua hükümetine karşı oldukça etkili yedi tane birer günlük genel grev çağrısı yaptılar. Ancak hükümeti deviren gösterilerin merkezinde değillerdi. Bunun nedeni Arjantin'in en büyük sendika federasyonu olan CGT'nin iktidardan kendi payına düşeni almak için anlaşma niyetinde olan güçlü bir bürokrasi tarafından belirleniyor olması.

İşsiler ve orta sınıf

Delarua ve Cavallo yu deviren hareketin içinde on binlerce işçinin yanı sıra, geçen yıl boyunca ana yolları kapatan, bazen ülkeyi tam anlamıyla durduran eylemler yapan çok sayıda işsiz vardı. Aynı zamanda ekonomik krizle hayatları yıkılan çok sayıda bakkal, sokak satıcısı ve küçük işyeri sahibi insanlar vardı. Son olarak da hükümetin son aldığı kararla banka hesaplarından para çekmeye sınır getiren hükümet kararıyla an bir yoksulluk korkusu hisseden orta sınıftan çok sayıda insan vardı.

Farklı sınıflardan insanların öfkesini birleştiren eylemler bu sınıfsal çeşitliliği yansıtan sloganlarda kendisini ifade etti. Ortak sloganlar büyük patronlara değil yozlaşmış bakanlara ve bankacılara karşıydı. İnsanlar açıkça anti-kapitalist hisleri ifade eden şarkılar yerine Arjantin ulusal marşını söylediler.

Yeni başkan Rodrigues Saa kendine zaman kazanmak için kafa karışıklıklarını umutsuz bir şekilde kullanmaya çalıştı. Yaptığı şeylerden ilki Peronist sendikanın üst düzey liderleriyle buluşmak oldu. Onlarla birlikte Peronist marş söyleyerek Eva Pero'nun devrimci hırsına inandığını söyledi. Ancak sendika liderlerinin Başkana olan desteği yeni protesto hareketlerini engelleyemedi. Yeni hükümetin bankaları emekli maaşlarını ödemeye ikna edememesi, yeni bakanlardan birinin geçmişteki yolsuzluklarına duyulan öfke onlarında devrilmesine neden oldu. Protestolar gençler tarafından Kongre Binasının basılmasıyla ve başkan Saa'nın istifa etmesiyle sonuçlandı.

3. dünya ülkesi mi?

Arjantin Latin Amerika'daki coğrafi yerinden dolayı genellikle bir üçüncü dünya ülkesi olarak anılır. Ancak Arjantin iş gücünün sadece yüzde 12'si tarımda çalışan, diğer ülkelere göre çok daha fazla sanayileşmiş bir ülkedir. Nüfusun büyük bir çoğunluğu Avrupa'dan bu ülkeye gelen İtalyan veya İspanyol son dönem göçmenlerden oluşuyor. Aynı zamanda uzun ve militan işçi sınıfı geleneğine sahip. Son yıllarda bir dizi bir günlük genel grev ve aynı zamanda çok sert grevler ve işten atmalar ve işyeri kapatmalara karşı işgaller yaşandı.

Solun durumu

Arjantin'de yıllarca Peronizmin gölgesinde kalan uzun bir geçmişe sahip sosyalist bir gelenekte var. Sınıf mücadelesi merkezli eğilimler 1970'lerden sonra sendikalar ve önemli işyerlerinde gelişti. Son yerel seçimlerde "aşırı sol" partiler bir milyondan fazla oy aldılar. Şimdi bu sol sokaklarda patlayan öfkeye liderlik etmek için çaba sarf etmek zorunda.

Çözüm

Ekonomik krizin korkunç boyutları milyonlarca insanın değişim isteğini artırıyor. Neo-liberalizim bu talebe yanıt veremez. İşçiler adına ve "vatansever" patronlar için devlet müdahalesi öneren milliyetçi doktrinler de bu değişim talebine yanıt veremez. Arjantin dünyadaki en eşitsiz toplumlardan bir tanesi. İşçiler ve yoksullaşan orta sınıfın karşı karşıya olduğu kriz bankalara, IMF'ye olduğu kadar ülkedeki büyük patronlara karşı da bütünsel bir savaş açmadan kazanılamaz. Bu nedenle fabrika ve ofisleri kontrol ederek ekonominin merkezlerini ele geçirmek için mücadele eden, kapitalist piyasanın anarşisinin yerine demokratik planlamayı getirecek devrimci sosyalist bir stratejiye ihtiyaç var. Bunu başarmanın anahtarı sokaklardaki öfkeyle işçilerin işyerlerindeki kolektif gücü arasında ilişki kurmaktan geçiyor. Bu gerçekleşmezse kurulacak olan bir dizi hükümetin ekonomik krizi sonlandırmakta başarısız olduğu görüldüğünde aşırı sağ güçlerin kendi gerici sloganlarıyla ortaya çıkma riskleri var.

İşçi ve İşsizlerin Meclisi

Arjantin işçi sınıfı uzun bir mücadele tarihine sahip. Üç büyük sendika konfederasyonunda örgütlü olan Arjantinli işçiler ayaklanma öncesinde genel grevlere kadar varan yaygın grevler yaptılar. İşsizler yolları kapatarak sanayiyi günlerce işlemez hale getirdiler.

Sendikaların liderliğindeki bu mücadelelerein ciddi bir sınırlılığı vardı. Sendikalar en fazla bir günlük genel grev çağrısı yapıyor, bundan öteye geçmiyorlardı. İşçilerin sanayii kontrol ederek demokratik planlama yoluyla krize alternatif sunabilecekleri herhangi bir program sunmuyorlardı.

Ancak bazı işçi grupları sendika liderliklerinin yapmadıklarını yapmak üzere adım attılar. İşte Neuquel Zanon fabrikasındaki seramik işçilerinin fabrika işgali ve diğer işçilere yaptıkları çağrı bunun somut örneklerinden biri oldu.

İşgalci işçilerin çağrısıyla 400 kadar seramik işçisi, öğretmen, işsiz ve öğrenci kendilerini seramik üretim hattının ortasında buldular, tartışma çok yoğundu. Tüm örgütlerden 30 kadar konuşmacı vardı. Sonunda konuşmacılar seramik işçileri tarafından hazırlanan deklarasyonu kabul ettiler. Öğretmenler, işsizler ve diğer örgütlerin kabul ettiği deklarasyon şöyle:

"Ülkenin içinde bulunduğu derin kriz, işten atmalar ve ücretsiz izinlerin yaşandığı ülkede Zanon seramik işçileri fabrikanın kamulaştırarak yeniden işçi kontrolünde açılması için mücadele ediyorlar. Bu nedenle de son dönemde polis baskısına maruz kalıyorlar.

Bizler çalışan işçi ve işsizlerin ulusal meclisinin hemen toplanması için çağrıda bulunuyoruz. Bunun amacı hükümetin, patronların ve bankerlerin ortak planına karşı mücadelemizin bölünmüşlüğünü sonlandırmaktır.

Böylece bütün mücadeleler demokratik bir şekilde tartışılabilir, genel bir greve doğru bir eylem planı demokratik olarak tartışılabilir.

Bizler aynı zamanda yaşadığımız politik, sosyal ve ekonomik krize işçi ve işsizlerin ortak çözümünü ortaya koyabiliriz.

Bizler aynı zamanda Afganistan ve Orta Doğu insanlarına karşı yürütülen emperyalist saldırıya muhalefetimizi ilan ediyoruz."

Arjantin Yol Gösteriyor
Sonunda istenen oldu ve Arjantinli işçilerin genel grevlerle açtığı yoldan tüm Arjantin ezilenleri yürümeye başladılar. Aralığın 20'sinde büyük şehirlerde başlayan toplu yağmalar, bize Arjantin halkının ne kadar yoksullaştırıldığını ve buna karşı ne kadar öfkeli olduğunu gösteriyor. Uzun yıllar Dünya Bankası ve IMF'nin her istediğini yapan iktidarlar yüzünden Arjantinliler sosyal haklarını önemli oranda kaybetmişler; yoksulluğun ve işsizliğin kol gezdiği bir ülkede yaşamak zorunda bırakılmışlardı.

Yüzde 20'lere varan işsizlik, sürekli azalan gerçek ücretler, toplanan vergilerin bir avuç sermayedara borç ödemesi adı altında 'hortumlanması', üstelik özelleştirmeler dolayısıyla tüm bu olumsuzlukların etkilerinin katmerlenmesi; kısacası bize hiç de yabancı gelmeyen bu tablo Arjantinli kardeşlerimizi isyan ettirdi.

Türkiye patronlar sınıfının Arjantin'deki olaylara bakışı tam bir komedi. Demirel, televizyonlara çıkıp da Türk'lerin yağma yapmayacak kadar asil bir millet olduğundan bahsettiğinde, hemen Yahya Murat Demireller, Egebank skandalları, yıllardır kanımızı 'hortumlayan', düşük ücretlerle çalıştırıp sömüren asil 'yağmacılar' aklımıza geliyor.

Tabii ki egemenler bizden; yani yoksulluk, işsizlik ve açlık batağında debelenen toplumun çoğunluğundan ve bu çoğunluğun Arjantinliler gibi harekete geçmesinden ölesiye korktukları için bizlere asillik masalları anlatmaya başladılar. Dertleri toplumdaki milliyetçi duyguları gıdıklayıp bizleri uyutmak. Bunu başarabildikleri oranda kendi iktidarlarını koruyabiliyorlar.

Ancak Türkiye'de acı olan şey, sınıf mücadelelerini kendi politik çizgilerinde temel almaları gereken sol partilerin, aydınların, vs. Arjantin'de yaşanılanlara karşı tutumlarıdır. Arjantin'de gözlerimizin önünde bir devrim gerçekleşmişken, Türkiye'de solcuların ve demokrasi hayalleri kuranların, egemenlerle aynı söylemler etrafında Arjantin'de yaşanılanları kötülemeleri akla hayale sığmıyor. Egemenlerin, yoksul insanların toplu halde süpermarketleri yağmalamasına bakıp 'aman Türkiye'de böyle bir şey olmasın' demeleri kendi sınıf çıkarlarına uygunken, sözde demokratların toplumda suni bir şekilde yaratılmaya çalışılan sosyal patlama fobisine teslim olmaları, toplumdaki geri fikirlere mahkum olduklarını ve bu fikirlere karşı mücadele edemediklerini gösteriyor.

Her toplumsal yapının kendine uygun kuralları vardır. Kâr güdüsünün dürtüklediği, sermaye birikimi arzusundan başka bir düşünceye sahip olmayan kapitalistlerin toplumunda en temel kural özel mülkiyetin kutsallığı kuralıdır. Bu yasayı kapitalistler göz bebekleri gibi korurlar; ona gelecek en ufak bir halele bile tahammül edemezler.

Bugün Arjantin'de yaşanan özel mülkiyet kuralının toplu bir şekilde ihlal edilmesinden başka bir şey değildir. İhtiyaçlarını 'normal' bir şekilde karşılayamayan insanların, topluca mağazaları basmasından daha doğal ne olabilir?

Ancak kaybedecek bir şeyi olanlar, onları kaybetmekten korkar. Bunun dışında üretim (ve tüketim) araçlarına sahip olmayanlar, verili toplumsal hayatta herhangi bir şeyin üretilip üretilmeyeceğini veya nasıl üretileceğini belirleyemeyenlerin kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur. Üstelik bu üretim süreci kendilerinin emekleri sayesinde ayakta kalabiliyorken. Bunun dışında, kendilerini toplumsal hayattan tamamen dışlanmış olarak bulanlar da, verili toplumsal yapıya öfkelenirler. Bunun tek bir anlamı vardır: isyan. Elbette isyanın doğal sonucu da 'normal zamanlarda' ulaşamadıklarını en kestirme yoldan elde etmek için kitlelerin mücadele etmesidir.

Bu söylediklerimiz, istisnasız tüm devrimlerde karşımıza çıkmıştır. Avrupa'da ayakta kalabilmiş en baskıcı monarşik yapıyı deviren ve Rus işçi sınıfının neredeyse tüm bireylerini aktifleştiren 1917 Şubat devriminden tutun da, en son 32 yıllık diktatörlüğe son veren 98 Endonezya Devrimi'ne kadar.

Devrimler, toplumsal yapının altüst olduğu durumlardır; toplumun ezilen, dışlanan çoğunluğunun aktifleştiği, radikalleştiği, politik hayatta seyirci konumundan, bilfiil tarihi yapanlar halini aldığı durumlar. Bu nedenledir ki, çalkantıyı beraberinde getirirler. Kitleler, tarihi yaparken önce geçmiş toplumsal yapıdan, yani onları pasifleştiren, dışlayan yapıdan öç alarak işe başlarlar. Bu öç alma aynı zamanda bir öğrenme sürecidir; köhnemiş toplumun kurallarını hiçe saymayı öğrenebilen kitleler, kendi çıkarlarına uygun bir toplumsal yapı kurabilirler. Başka bir ifadeyle söylersek, bugün süpermarketin yiyecek reyonuna gitmeyen eller, asla iktidara uzanamaz.

Bu açıdan bakıldığında 1917 Temmuz günlerinin beraberinde getirdiği baskı günlerinde Lenin'in söylediği şu sözler anlam kazanabilir; Temmuz 1917'de Rus işçi sınıfı başarısız bir ayaklanma girişiminde bulunmuş, eski toplumun temsilcileri, efendileri de buna karşı, işçi sınıfı üzerinde baskı kurmaya çalışmıştır:

"Temmuz günlerinin ardından Kerenski hükümetinin bana gösterdiği büyük merak yüzünden yeraltına inmek zorunda kalmıştım... Petrograd'ın uzak bir işçi mahallesinde küçük bir işçi evinde yemek zamanıydı. Evin sahibesi ekmeği masanın üzerine koyduğunda ev sahibi şöyle dedi: 'Şu güzel ekmeğe bak. Onlar artık bize kötü ekmek vermeye cesaret edemiyorlar. Biz ise artık Petrograd'da bir daha iyi ekmek göremeyeceğiz diye korkuyorduk.' Temmuz günlerinin bu sınıf değerlendirmesine çok şaşırdım. Benim kendi düşüncelerim olayların siyasi önemi etrafında dolanıyor, olayların genel akışında oynadığı rolü tartıyor, tarihte bu zikzağa neden olan durumu ve bunun yaratacağı ortamı ve şimdiki duruma uyabilmek için sloganlarımızı ve parti mekanizmamızı nasıl değiştirmemiz gerektiğini değerlendiriyordu. Ekmeğe gelince, yokluğunu hiç bilmeyen ben, bunu düşünmemiştim. Bunun sorun olduğu hiç aklıma gelmemişti... Ancak ezilen sınıfın bu ferdi, maaşı iyi ve oldukça zeki işçilerden biri olmasına rağmen, şaşırtıcı bir basitlik ve açıklık ile, biz aydınların gökyüzündeki yıldızlar kadar uzak kaldığımız sağlam bir kararlılık ve hayret verici berraklıkta bir ileri görüş ile konunun can alıcı noktasına dokunmuştu. Tüm dünya iki kampa ayrılmıştı: Çalışan halk 'biz' ve sömüren 'onlar'. Temmuz olayları hakkında herhangi bir pişmanlığın izi bile yoktu; bu olaylar emek ve sermaye arasındaki uzun mücadelenin muharebelerinden sadece birisiydi. Dereye giren paçayı sıvar... Devrimin yarattığı 'olağanüstü karmaşık durum ne kötü şey' diye düşünür ve hisseder burjuva aydın. İşçi ise, 'onları" biraz sıkıştırdık; onlar artık bize önceki gibi yüklenmeye cesaret edemiyorlar. Gene sıkıştıracağız - ve kökünden söküp atacağız' diye düşünüyor ve hissediyor." (Bolşevikler Devlet İktidarını Elde Tutabilirler mi? Lenin, Works[Eserler] içinde Cilt 26, syf. 120, aktaran Tony Cliff, Lenin 1, syf. 279)

Bu anlamıyla bizler, Arjantin'deki devrime bakıp bunu basit bir hırsızlık olayına indirgeyen orta sınıf aydınların (ellerindekileri kaybetmekten korkanların) değil, bugün mağazaların yiyecek reyonlarındakileri yağmalayan ve bu süreçte kapitalizme karşı mücadele etmeyi öğrenen işçi sınıfının yanındayız. Çünkü işçi sınıfı, bugün öğrendiklerini yarın tüm iktidarı ele geçirme zilleri çaldığında kullanacak ve ancak o zaman bizler sınıfsız, sömürüsüz, işsizliğin, açlığın olmadığı bir dünyada yaşabilme şansı yakalayacağız.

Antikapitalist; Sayı 13; Ocak 2002

'Dünyada Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön