Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


İran: İşçi Devriminden Molla İktidarına

Üniversitelerde türban ve sakal yasağına karşı gösterilerde solcuları görenler “sol, İran’da da mollalarla birlikte yürüdü, sonra da mollalar iktidarı ele geçirip solcuları kestiler” diyorlar. İran örneği solcuların üniversitelerdeki türban yasağına karşı çıkmalarının yalnış olduğunu kanıtlamak üzere kullanılıyor.

İran bizler için önemli derslerle dolu, ama bunlar yasakçı-baskıcı devletle birlikte tavır almamız gerektiğini gösteren dersler değil.

Devrimin öncüleri Mollalar mıydı?

Şah Pehlevi’nin İran’ı dünyanın en baskıcı ve en çok politik idam yapılan ülkelerinden biriydi. Şah’ı deviren devrime giden süreçteki ilk önemli olay, 1977’de Tahran’da gecekondu yıkımına karşı yapılan direnişti. Buldozerler, haftalarca süren mücadele sonucunda geri çekildi. 1950’lerden beri elde edilen bu ilk kazanım işçi sınıfının kendine güvenini artırdı. Aynı yılın Temmuz-Ekim döneminde işçiler fabrikalarda 130 sabotaj düzenlediler. Baskının yoğun olduğu ülkelerde sabotaj çok yaygın bir mücadele yöntemidir.

Mücadele havasının topluma hakim olduğu Aralık 1977’de, Humeyni sistemin yıkılması için çağrı yaptı. Dini sloganların atıldığı bir dizi gösteri yapıldı.

Şah rejimi işçi haklarına saldırıyordu. Geçici işçilerin günlük ücreti 10 dolardan 7 dolara düşürüldü. Haziran 1978’de grevler yaygınlaştı ve gösterilerin niteliği değişti. Kent yoksulları ve bir miktar işçi göstilere katılmaya başladı.

Şah, göstericilerin üstüne orduyu gönderdi. 8 Eylül 1978’de binlerce gösterici öldürüldü. Ertesi gün petrol yataklarından başlayan grev dalgası ülkeyi sardı. Ekim ayı başında 50’yi aşkın fabrikada grev vardı. İşçilerin talepleri ücret artışından siyasi tutukluların serbest bırakılmasında kadar geniş bir yelpazeye sahipti.

Paniklemeye başlayan Şah ve yandaşları tasarruflarını yurtdışına yollamaya başladılar. Humeyni bu grevleri başlatmadı ama destekledi.

İşçi hareketinin zaafları

Grevdeki işçiler fabrikalarda işçi komiteleri (şuralar) oluşturdular. Ancak bunları fabrikalar arasındaki faaliyeti koordine edecek konseylere (sovyetlere) dönüştüremediler. Bunlar oluşsaydı hemen toplumu yönetmekle ilgili sorunlarla karşılaşacaklardı. Ne var ki, yeni şekillenen her işçi hareketi işine yarayacak fikirler bulmak başta toplumda varolan siyasi akımlara bakar. İran’da işçi sınıfının bakabileceği iki ana muhalif siyasi akım vardı: İslami hareket ve sol. Mollalar hazırlıklıydı, sol ise hazırlıksız. Camilere dayanan hareket, muhalefetin ulusal çaptaki tek sesiydi, fabrikalar dışındaki tek kollektif tartışma ortamıydı.

Mollalar iktidarı nasıl aldılar?

1 Şubat 1979’de Humeyni İran’a döner dönmez grevleri ve fabrika şuralarının etkisini kırmaya çalıştı. Grev yasakları ve Humeyni’nin çağrıları hemen sonuç vermedi. Ancak altı ay sonra Humeyni taraftarları grevler üzerinde etki kazanmaya başladılar.

Bu son derece kritik dönem boyunca İran’daki önemli üç sol yapılanmanın ikisi Humeyni’yi koşulsuz destekliyordu. Diğeri ise Humeyni’ye açıktan muhalefet etmiyordu. Her üç sol örgüt de işçi sınıfı hareketinin önemini kavramıyordu.

Bunun sonucu, Humeyni küçük burjuvazi içindeki tabanını harekete egemen hale getirebildi. İktidara gelir gelmez de işçi sınıfına saldırması ve solu imha etmesi mümkün oldu.

Sol buna nasıl izin verdi?

İran solunun hatası, Şah’a karşı mücadelede, kendilerini zaman zaman mollalarla aynı safta bulmaları değildi. Bu kaçınılmazdı. Şah’a karşı mücadele ederken mollalar ve dini inancı olanlar harekete katıldı diye mücadeleden vazgeçmek aptalca olurdu. Bu yapılsaydı mollalar daha da güçlenirdi ve sınıf hareketini altı ay yerine altı günde bitiriverirlerdi.

İran solunun iki önemli problemi vardı. Birincisi, mollaların ilerici olduğunu sanmaları, ikincisi ise işçi sınıfının önemini kavrayamamalarıdır.

Sol, stalinist fikirleri nedeniyle felç olmuştu. Tudeh, klasik Moskovacı bir komünist partiydi, Halkın Mücahitleri ve Halkın Fedaileri de gerillacı iki gruptu. Üçü de İran’da sadece demokratik bir devrimin mümkün olabileceğini, yani aşamalı devrim anlayışını savunuyorlardı. İşçi şuralarının önemini kavramadıkları için bunları ülke çapında camilerden oluşan ağın yerini almak üzere inşa etmediler.

Solun toplumda gördüğü saflaşma işçi sınıfı ile patronlar arasında değil, ilerici ve gericiler ya da emperyalizm yanlıları ile anti-emperyalistler arasındaki saflaşmaydı. Bu durum, Stalinizmin Halk Cephesi politikalarındaki klasik sınıf uzlaşmacılığının doğrudan sonucuydu. Bundan dolayı islamcıları müttefik olarak gördüler. Halbuki islamcılar; başka bir sınıfa dayanan, işçi sınıfına yabancı bir güçtü. Bu güç, tutarsız bir şekilde ve geçici olarak işçi sınıfının Şah’a karşı verdiği mücadelenin yanındaydı.

Çıkarmamız gereken dersler

Bugün İran solunun hatalarını tekrarlayan bazı sol gruplar Türkiye’de de var. Bunlar “mevlüt de okutur, kurban da keseriz” diyen, birahane, kumar ve uyuşturucuya karşı yürüyüş yapanlardır. İslamcıların en gerici fikirlerine sahip çıkıyor, bunlara ilerici postu giydirmeye çalışıyorlar.

Ancak solun büyük kısmı öteki uçta bir hata yapıyor. Bu kesim, islamcılar baskıya ve devlete karşı mücadele ettiklerinde bir kenara çekilip seyrediyor, alanı islamcılara bırakıyorlar. Daha da kötüsü bazı gruplar, sendika ve CHP yöneticileri devletle aynı safta yer alıyor; devletten, islamcılara karşı daha sert ve acımasız olmasını talep ediyorlar.

İslamcılarla devlet arasındaki kavgada iki taraf da demokrasiden sözediyor. Ancak her iki tarafın demokrasi söylemi de sahte. Kemalistlerin demokrasisi, bu sistemi değiştirmek ve eşitsizlikleri ortadan kaldırmak isteyenleri -islamcı da sosyalist de olsa- kapsamıyor. İslamcıların demokrasisi, kendileriyle anlaşmayan herkesi dışarda bırakıyor. Bunun nedeni her iki tarafın da toplumda azınlık olan sınıfların çıkarlarını temsil ediyor olmasıdır. Devlet ve ordu, sermaye sınıfını temsil ediyor, islamcıların tabanı da küçük burjuvaziden oluşuyor. Her ikisi de kendi çıkarlarının peşinde ve her ikisi de işçi sınıfının gücünden korkuyor.

Ancak bu iki güç birbirleriyle özdeş değiller. İslamcılar devlet tarafından saldırıya uğruyorlar. Demokratik hakları zorla bastırılıyor. Devlete karşı mücadele içindeler. Bu mücadeleyi verenlerin önemli bir kısmı da islamcı liderlerin sınıf çıkarlarını paylaşmıyorlar.

Sadece işçi sınıfı demokrasiyi tutarlı bir şekilde savunabilir, çünkü işçi sınıfı çoğunluk olan sınıfdır ve kimsenin haklarını gaspetmekte, kimseyi baskı altında tutmakta çıkarı yoktur.

Sosyalistlerin yapması gereken bunu pratikte ispat etmek, baskıya mağruz kalan ve hakları için mücadele eden bütün gruplarla görüşleri ne olursa olsun aynı tarafta yer alarak bu gerçeği anlatmaktır.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 3; Nisan 1998

'İslami Hareket' sayfasına dön
sayfa başına dön