Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Susurluk Düzeni Şemdinli’de

Demokrasi İçin Bir Işık Yak!

Türkan Uzun

Devletin güvenlik güçleri kitapevi bombalıyor, ölüm listeleri çıkarıyor; halk zanlıları yakaladığında da polisler onları serbest bırakıyor, bu adaletsizliğe isyan edenler üzerine ateş açıyor, daha fazla insanı öldürüp yaralıyorlar…

Yaptılar, daha doğrusu yine yaptılar! Ama onaylamıyoruz. Susmayacağız! Bunlar güvenlik değil, toplumu terörize etme, umut ve geleceğimizi çökertme güçleri, demokrasi düşmanı. Bu güçler durdurulmadıkça demokratikleşme hayal.

9 Kasım’daki Umut Kitapevi saldırısı, Hakkari’de ve Yüksekova ve Şemdinli gibi ilçe merkezlerinde son aylarda yapılan 15. bombalama. Kitapevinin bombalanması sonucu ortaya çıkan gerçekler Susurluk düzeninin olduğu gibi devam ettiğini gösteriyor. 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen trafik kazası sonucu ortaya çıkan devlet-mafya-siyasetçi pis ilişkileri tam olarak aydınlanamamıştı. Birkaç tetikçi evlatlarını feda ederek, İbrahim Şahin gibi kilit isimleri de Cumhurbaşkanı’na affettirerek, Mehmet Ağar ve Sedat Bucak’ın dokunulmazlığını kaldırmayarak, dokunulmazlığı düşen Bucak’ı da serbest bırakarak, medyaya sansür uygulayarak derin devletin ne kadar derine indiğini gizlemeye devam ettiler. Bu kez izin vermeyelim!

Susurlukta kendini temize çıkaran ordu, Şemdinli’de suçüstü yakalandı. Bu kez, her akılına estiğinde darbe yapan, seçilmiş siyasileri, Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Erdal Eren gibi 17 yaşındakileri göstermelik mahkemelerle darağacına gönderen, sendikalara kapatma davaları buyuran, bu topraklardaki demokrasinin güdüklüğünün başlıca sorumlusu olan TSK’nın kendini aklamasına izin vermeyelim. Peşlerini bırakmayalım!

“Ankara’da şaşar”…

Başbakan Erdoğan, Şemdinli olaylarının aydınlığa kavuşturulacağını söylüyor. Ancak Erdoğan’a ve AKP’ye güvenemeyiz. Erdoğan’ın Şemdinli ziyareti sırasında açılan bir pankart durumu çok iyi özetliyor: “Şemdinli’de doğruyu söyler, Ankara’da şaşar”

Erdoğan’ın iktidara geldiği günden bu yana apoletlilere sürekli taviz veren şeceresi ortada. Erdoğan “siz bana fazla dokunmayın, ben size fazla dokunmamayım” politikası yürütüyor, küçük çatışmaların dışına çıkmıyor. Derin devletle hesaplaşma ise küçük bir iş değil. Erdoğan, Susurluk’tan Şemdinli’ye uzanan derin devlet çarkının cılız da olsa var olan demokratik kazanımları da öğütmesine izin vermeyecekse konuşmaktan daha fazlasını yapmak zorunda.

Üstelik Erdoğan hepten “şaşarak” Şemdinli olayını kadrolaşma çabaları için fırsatçı bir şekilde kullanıp üstünü kapatmaya çalışabilir.

Sadece Kürtlerin sorunu mu?

Erdoğan, olayın Kürt bölgesinde meydana gelmiş olmasından dolayı “Türkiye’nin bir mozaik”ten oluştuğunu, Kürt, Laz, Alevi vb alt-kimliklerinin Türk üst-kimliğinde buluştuğunu, kimseye karşı ayrımcılık uygulanmasının söz konusu olmadığını söylüyor.

Erdoğan yaz aylarında Diyarbakır’a giderek bir “Kürt Sorunu” olduğunu, “geçmişte hataların yapıldığını” söylemişti. Sonra? Sonra Ankara’ya dönerek “şaştı” ve sorunu daha da ağırlaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmeyen anti-terör yasaları, ABD ile PKK pazarlıkları için harıl harıl çalıştı. Derin devlet ise Şemdinli’de sadece bir tanesine tanık olduğumuz “çözüm” planlarına hız verdi.

Şemdinli olayı Kürt bölgelerinde meydana geldi ve Kürt Sorunu’na siyasi bir çözüm süreci başarılı bir şekilde işletilmedikçe bu tür provokasyonlara zemin olacaktır. Derin devlete ve yöntemlerine karşı mücadelede bir “Kürt Sorunu” boyutu bu nedenle bulunmalıdır. Ancak derin devlet sorunu kendi başına bir Kürt Sorunu değildir. İşçi, köylü, aydın, solcu, sağcı, Kemalist, İslamci, Alevi, Sünni… Hiç fark etmez. Derin devlet yöntemi hep aynı!

“Şemdinli’den bana ne”, “Kürtler de hak ediyor” deyip bugün seyredenler kendi geleceklerini çetelere havale ederler. “Derin” Türk Devleti’nin, hepimizi ABD ve AB’nin yanında Ortadoğu ve Kafkasları hedef alan macera ve savaşlara sürüklemesine zemin ve ortam hazırlayan gerginlik politikalarına hep birlikte “dur” demek zorundayız.

“Bunlar Erdoğan’ı da götürür” mü?

Şemdinli’de yeniden tanık olduğumuz derin devlet düzenini olsa olsa Erdoğan’ın temizleyeceğini umut edenlerin dışında bir kesimde de kararlılıkla Şemdinli olaylarını üzerine gitmesi halinde Erdoğan’ın “temizleneceği” korkusu söz konusu. AB müzakereleri ne de olsa başladı. Erdoğan, Türkiye egemenleri için reformcu işlevini yerine getirdi. “Artık düzen, Erdoğan’ın Kürt Sorunu ve derin devletin üzerine gitmesine katlanmak zorunda değil.” kanaati oluşuyor. Erdoğan’ın siyasi hayatı gelecek seçimlerde bitirilirse şahin politikaların daha güçleneceği korkusu yaygın. ABD tarafından yapılan kamuoyu yoklamaları (Türkiye’de açıklanmadı) MHP’nin AKP ile baş başa gittiğine işaret ediyor olması bu korkuların basit bir paranoya olmadığını gösteriyor. Ordunun “düğmeye basıp” köpekleri tekrar ortaya saldığı, ırkçı linç ortamının yaratıldığı ve MHP’nin güç kazandığını bilmek için ABD kamuoyu yoklamalarına ihtiyacımız yoktu gerçi ya…

Bunun dışında Şemdinli olaylarının da karanlıkta kalacağına dair umutsuzluğun temelinde, ordunun, Susurluk sonrası gelişen temizlik mücadelesinin en canlı noktasında 28 Şubat 1997 müdahalesini yapmış olmasının yarattığı kuşku yatıyor.

Askeri darbe olasılığı zayıf olsa da daha “şahin” bir yönetim tehlikesi az değil. Ne var ki bugün Şemdinli olaylarının aydınlanması için bir demokrasi mücadelesi ile birlikte Kürt Sorununa siyasi çözüm açılımları yaratılmazsa “şahinlerin” kazanacağı kesin. Karanlık senaryoları önlemenin tek yolu mücadeleyle olumlu değişimlerin yolunu aydınlatmaktır.

Tek çözüm mücadelede

Susurluk ve Şemdinli öncelikle bir demokrasi sorunudur. Topumun büyük çoğunluğuna karşın bir azınlığın (devletin) her türlü ekonomik ve askeri gücü elinde bulundurması zaten tümüyle anti-demokratiktir. Bir azınlığın, bir bölgede gerginliği tırmandırmak için gizli operasyonlarla sağa solu bombalayacak, suikastlar düzenleyecek, uyuşturucu ve silah kaçakçığı yapacak kadar kontrolden çıkması hepimiz için demokrasiyi zedeliyor, daraltıyor.

Susurluk’ta derin devletin pis işlerinin bir kısmı “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemlilik süreci sayesinde ortaya çıkmıştı. Bugün emek, barış ve demokrasi güçlerinin hiçbiri Susurluk’tan Şemdinli’ye uzanan derin devlet ile hesaplaşmadan sadece kendisi için bile olsa, hak kazanamaz. Bunların birleşik mücadelesi karşısında ise ne kadar derin olursa olsun hiçbir devlet duramaz. Ana halkası demokrasi olan bu mücadele Kürt Sorununu tartışmak ve siyasi çözümü gündemine almaya başlamalıdır.

Şemdinli olaylarının aydınlığa kavuşturulması için kurulan mücadele platform ve etkinliklerine hep birlikte güç verelim. Derin devlet güçleri üzerindeki toplumsal kontrolü arttırdıkça işçi-köylü, genç-yaşlı, Türk-Kürt, Alevi-Sünni hepimiz için demokrasinin sınırları genişleyecek, savaş değil barış politikaları güç kazanacaktır.

Aydınlar tarafsız mı?

Şemdinli olayları sonrası Aydınlar Girişimi, Barış Girişimi ve Yurttaş Girişimi yeni bir toplantı yaptı. Toplantıda “Şiddet isteyen iki tarafın arasında kalmayacağız!” denildi.

Gençay Gürsoy’un okuduğu açıklamada şöyle deniliyordu:

Şiddetin alabildiğine yaygınlaştığı ülkemizde, etnik çatışma tehlikesine karşı uyarı görevini yerine getirmeye çalışan girişimlerin temsilcileri olarak, daha önce birkaç kez ifade ettiğimiz gibi PKK’nın silahlı eylemlere derhal son vermesini, Devletin ve Hükümetin de Sayın Başbakan’ın ağzından verilen sözleri vakit geçirmeden yerine getirmesini ve provokatörlerin Susurluk davasında olduğu gibi dokunulmazlık zırhlarının yada koruma duvarlarının arkasına saklanmasına fırsat vermemesini bekliyoruz...

1993’de başlayan ateşkes süreçlerinde, 1999’da savaşın Abdullah Öcalan’ın açıklamasıyla tek taraflı bitirildiği, “ateşkes iki taraflı hale getirilsin” çağrılarının yapıldığı yani silahların Kürt tarafının çabalarıyla sustuğu dönemlerde bu kesimlerden “çözüm” girişimleri gelmedi. Şu anda da tarafsızlıklarını vurgulamak için büyük çaba harcıyorlar. Susurluk devletinin son dönemde kim bilir kaçıncı kez Şemdinli türü operasyonlar yapmış olduğu gerçeğinin de üstünden atlıyorlar.

Aydınların tarafsız gibi görünme çabaları, sürekli tek taraflı ateşkes çağrıları yapmaları bir tarafın elini güçlendiriyor: Yıllardır aydınlanmasını bekledikleri Susurluk’un derin devleti. Dolayısıyla çabaları, içlerinden çoğunun samimi hedeflerinin tam tersi sonuçlara doğru akıyor…

'Kürt Sorunu' sayfasına dön
sayfa başına dön