Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


MHP Nazidir; Nazilere Geçit Vermeyelim

Seçimlerde yüzde 18 oy alarak ikinci parti olan MHP gözünü tek başına iktidara dikmiş durumda. Bu amaçla örgütlenmeye devam ediyor. MHP’nin diğer düzen partilerinden farklı olmadığı, iktidardayken “ehlileşeceği” ve “yıpranacağı”, “Türkiye’de zaten faşizm olduğu” ya da “ordunun onlara izin vermeyeceği” fikirleri bu büyük tehlikeye karşı etkili bir şekilde mücadele etmemizi engelliyor. Hitler’in hangi koşullarda ve nasıl iktidara geldiğine yeniden bakmamız, bugünün faşist hareketinin ne denli büyük ve gerçek bir tehlike olduğunu kavramamıza, böylece yanlış fikirlerin etkisinden sıyrılıp faşizme karşı etkili bir savunma cephesi kurmamıza yardımcı olacaktır. Nazilerin ortaya çıkışı Faşizm ideolojisi Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın ardından Avrupa’da ortaya çıktı. Naziler bu ideolojinin Almanya’daki temsilcisiydiler. Kasım 1918’de işçilerin ve askerlerin ayaklanması Almanya’yı Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmeye zorlamıştı. Alman imparatoru Keiser devrilmişti. Almanya’nın bu durumu Alman milliyetçilerini ve onlardan biri olan Hitler’in hayallerini yıkmıştı. Almanya savaşta yenilmiş, işçiler sokakta ve fabrikalarda egemendi. Ülke derin bir ekonomik kriz içine girmişti. Hitler “Büyük Almanya” sloganıyla örgütlenen küçük bir grubun başına geçerek sosyal demokrat ve komünist partileri dağıtmak üzere bir kitle hareketi inşa etmeye girişti. Almanya’nın yenilgisinden bu partileri sorumlu görüyordu. Hitler’in grubu sekiz yıl boyunca küçük ve önemsiz bir hareket olarak kaldı. Patronlar, 1918’deki ayaklanmalarla başlayan devrimi 1923’te tamamen bastırdığında bile Naziler marjinal bir gruptu. 1928 genel seçimlerinde sadece yüzde 2.8 oy alabildiler. Orta sınıf ideolojisi 1928’i takip eden iki yılda ise devasa bir gelişme kaydettiler. 1930 seçimlerinde oylarını yüzde 18’e çıkartmışlardı. Bu oy patlamasını sağlayan asıl etken Ekim 1929’da Amerika’daki Wall Street borsasının çökmesiyle başlayan ve hızla bütün dünyaya yayılan ekonomik krizdi. Naziler kendilerini “Almanya’yı uçurumun eşiğinden düzlüğe çıkartabilecek güç” olarak lanse ettiler. Özellikle esnaf, küçük işletmeciler, üst düzey devlet memurları, polis ve orta ölçekli çiftçilerden oluşan orta sınıfa yönelik çalıştılar. Eskiden hali vakti yerinde olan bu kesim ekonomik kriz nedeniyle birden bire yoksullaşmıştı. Birkimlerini bir gecede kaybedenler, işletmelerini kapatmak zorunda kalanlardan oluşuyordu. Bunlar vasıflı işçiler gibi krizin etkisiyle sıkışmış durumdaydırlar. İşçi sınıfından farklı olarak bu kesimin sendikalar gibi kollektif bir örgütlenmesi, kollektif savunma araçları yoktur. Toplumun farklı kesimlerinden destek bulan Nazilerin dayandığı esas kitleyi orta sınıflar oluşturuyordu. Irkçılık, şiddet ve işçi düşmanlığı Nazilerin söylemi bulanıktı. Hitler, Almanya’yı batırdıkları için bir yandan örgütlü işçi sınıfına ve marksizme saldırıyor, diğer yandan da yeterince vatansever olmadıkları ve fabrikaları kapattıkları için büyük patronları hedef alıyordu. Bu ideoloji tam anlamıyla çelişkiliydi. Bu çelişkiyi arka plana iten Yahudi düşmanlığıydı. Naziler, bütün patronları değil Yahudi patronları hedef alıyordu. Bununla birlikte sosyalizmin de bir Yahudi komplosu olduğunu iddia ediyorlardı. Naziler Almanya nüfusunun sadece yüzde birini oluşturan Yahudileri “günah keçisi” olarak gösteriyorlardı. Ancak Nazilerin büyümesinde en önemli faktör yahudi düşmanlığı değildi. Nazilerin asıl olarak sokak örgütlenmelerinden destek buluyorlardı. Nazilerin 1932’de 1.4 milyon üyeleri vardı. Bunların Strormtroopers denilen 400 bini sosyalistlerin ve sendikaların toplantılarını dağıtan, muhalifleri öldüren, Yahudileri terörize eden sokak çetelerinden oluşuyordu. Hitler bu “küçük adamları” işbaşına getirecek ulusal-ırksal bir devrim vaadediyordu. Hitler’in egemenlerle ilişkisi Ancak Hitler, patronların ve devlet aygıtının desteği olmadan iktidara gelemeyeceğini çok iyi biliyordu. İktidar patronlara kafa tutarak değil onların desteği ile ele geçirilecekti. Temmuz 1932’deki bir seçimde Naziler yüzde 37.4 oy aldılar. İktidara yaklaştıkça egemenlerin desteğini almaya daha çok özen gösteren Hitler sanayicilerle, borsacı ve bankacılarla, Düsseldorf Ticaret Odası’yla görüşmeler yapıyordu. Görüştüğü patronlar hala kararsızdı. Sokak çetelerinin kontrolden çıkıp işadamlarına da saldırmalarından korkuyorlardı. Ancak ekonomik kriz derinleştikçe patronların işçi devrimi korkusu daha ağır bastı. 1932 yılında hükümetler ve başbakanlar peşpeşe değişti. Hepsi işçi sınıfını ve solu bastırmak için polis ve orduyu sonuna kadar kullanmış ama başaramamıştı. Devlet varolan geleneksel yöntemleriyle işçi sınıfı ve ekonomik krizle başa çıkamıyordu. Ocak 1933’de Alman yönetici sınıfının Hitler’e başbakanlık teklif etmesinin nedeni budur. Halbuki o sırada Hitler’in sahip olduğu destek gerilemeye başlamıştı. Üstelik Naziler hiçbir zaman tam bir çoğunluk elde edememişlerdi. Ama Hitler patronlara işçi muhalefetinin başını ezecek, kapitalizmin kârlılığını yeniden sağlayacak 400 bin kişilik özel bir ordu sunabiliyordu. Büyük terör Naziler çok hızlı hareket ettiler. İlk önce Komünist Partisi’ni, sonra sosyal demokratları ve sendikaları yasakladılar. Nazi çeteleri binlerce sosyalisti katletti. 1 Mayıs’ın ertesi günü ülkedeki bütün sendika bürolarına saldırarak darmadağın ettiler. Düzen partilerini bile kapattılar. Temmuz 1933’e gelindiğinde Almanya tek parti devleti haline dönüşmüştü. Naziler tüm toplumu terörize ettiler. Sadece partilere değil, satranç ve spor kulüplerine bile saldırdılar ve onları kontrolleri altına aldılar. Kütüphane kitaplarının dörte biri “yeterince Alman olmadığı” için yakıldı. Amaçları insanların kollektif olarak bulunduğu, örgütlendiği her alanı dağıtmaktı. Ele geçiremediklerini yakıp yıkıyorlardı. Nazi kampları aynı yılda kuruldu. İlki Dauchau’du. Sosyalistler ve diğer muhalifler toplanıyor, dövülüyor ve öldürülüyordu. 1939’a gelindiğinde 225 bin Alman politik nedenlerle 600 bin yıl hapse mahkum edilmişti. En az 1 milyon Alman da toplama kamplarına atılmıştı. Alman sermaye sınıfının Nazilerle anlaşmasından oluk oluk kan akıyordu. Çıkarları ortaktı. İkisi de işçi sınıfını ezip geçmek istiyordu. İkisi de kapitalizmi yeniden yapılandırmak ve Almanya’nın gücünü yaymak istiyordu. Yahudi soykırımı Naziler egemen sınıfın pis işini yapıyorlardı. İktidara gelmeden önceki bütün anti-kapitalist söylem sadece kafaları bulandıran bir laf kalabalığıydı. Nazilerin bir kısmı Hitler’in “küçük adamın” iktidarı sloganına inanmışlardı. Bu kesim şimdi rahatsızdı. Bunun üzerinde Nazilerin Yahudi düşmanlığı daha da yoğunlaştı. Naziler Yahudileri bulundukları her alandan söküp atıyorlardı. Buna uygun yasalar da çıkarıyorlardı. 1938’de bir kitle katliamı (progrom) yaptılar. Ancak Kristallnacht diye tarihe geçen bu katliam tepkilere neden oldu. Hitler geri adım atmak zorunda kaldı. İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Hitler Avrupa’da yeni bir savaşın Yahudilerin sonu olacağını söylüyordu. Ancak Yahudi düşmanlığı Nazilerin asıl destek aldıkları yer olmadığı için Hitler katliamları gizlemeye çalışıyordu. Naziler 1941’de Rusya’yı işgal ettiklerinde “nihai çözüm için ideolojik savaştan” bahsediyordu. Doğu Avrupa’da ele geçirdikleri topraklardan Yahudileri sürmekle kalmadılar, 1941 yazında ele geçirdiklerinin hepsini öldürme kararı aldılar. İlk önce bu katliamları yapmaları için özel askeri birlikler oluşturdular. Yüzbinlerce Yahudi bunların elinde can verdi. Ama bu da yetmedi. Naziler peşpeşe ölüm kampları kurmaya başladılar. Auschwitz, Chelmo Belzec, Majdanek, Treblinka ve Sobibor kampları ve gaz odalarında milyonlarca Yahudi insanlık dışı yöntemlerle katledildi. Ancak Alman toplumu bu olanlardan haberdar değildi. Hitler’in elindeki propaganda aygıtı gaz odalarını ve katliamın boyutlarını gözlerden uzak tutuyordu. Yahudi soykırımı 20 yüzyıllın en büyük barbarlığıydı. Bitmek üzere olan bu yüzyılda savaşlar ve toplu katliamlar gibi başka tüyler ürpetici olaylar da yaşandı. Ancak Almanya’da Nazilerin çok kısa bir sürede tek “suçları” Yahudi olmak olan 6 milyon kişiyi sistematik bir şekilde katletmelerinin bir başka örneği yoktur. Faşizmin farkı Nazilerden bu yana birçok baskıcı rejim gördük, çok kan aktı. Ancak her baskı düzeni faşizm değildir. Her anti-demokratik, baskıcı, kana susamış yönetimi Nazi-faşist diye tarif etmek aslında Nazilerin yaptıklarını yumuşatmaktan ve herhangi bir baskıcı rejim seviyesine düşürmekten başka bir işe yaramaz. Üstelik gerçek faşistlerle karşı karşıya kaldığımızda bizi etkisizleştirir, eylemsizliğe iter. Faşizmi, “zam, zulüm, işkence: işte faşizm” sloganıyla tanımlamak, Türkiye’de faşist diktatörlük olduğunu düşünmek büyük bir tehlikeyi görmemizi engelliyor. Türkiye’de yükselen bir faşist hareketle karşı karşıyayız. İşçi sınıfı örgütleri, sosyal demokrat ve sosyalist hareketler baskıcı, anti-demokratik koşullarda olsa da varlığını devam ettirmektedir. Güneydoğu’daki savaş çok can aldı, bütün bir halk üzerinde baskı uygulanıyor ama bunun boyutları Nazi toplama kampları ve gaz odalarıyla karşılaştırılamaz. “Türksen öğün, değilsen itaat et”, “Bir şey değişecek her şey değişecek”, “Ya sev ya terk et” diyen MHP’nin de tıpkı Hitler gibi “nihai çözüm” projeleri var. Türkeş bunu “bize yetki verin Kürt sorunu üç ayda hallederiz” diyerek ifade etmişti. İşçi sınıfı örgütlerimizin, partilerimizin darmadağın edilmesini istemiyoruz, milyonlarca demokratın, milyonlarca Kürt ve Alevinin toplama kamplarında, gaz odalarında öldürülmelerini istemiyoruz. Bu kaderimiz değil. Faşizme karşı birleşelim, cephe kuralım.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 6; Temmuz 1999

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön