Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Reformizm, CHP ve Sosyalizm

“Reformizm” sözcüğü sol içinde genellikle sadece hakaret etmek için kullanılıyor. Ama reformist düşüncelere sahip olan işçiler yaşadığımız düzeni değiştirmek istiyorlar. Ve değişim isteyen işçilerin çoğunluğu da reformist. Sosyalistler bu nedenle reformizmi ve ana reformist parti CHP’yi iyi anlamalıdırlar. CHP, 1950’ye kadar devlet kapitalisti sınıfın (asker-sivil bürokrasi) temsilcisiydi. Ekonomik gelişme geniş ölçüde devletin elinde ya da kontrolü altında gerçekleşiyor, CHP de büyük ölçüde devleti yöneten bürokrasiyi temsil ediyordu. 1950 genel seçimlerinde Demokrat Parti oyların yüzde 53.6’sını alarak hükümet kurdu. Adnan Menderes başkanlığındaki parti tarım sermayesi ve toprak sahiplerinin çıkarlarını temsil ediyordu. CHP’nin tek parti iktidarı dönemi politik özgürlüklerden yoksun ve baskıcıydı. Osmanlı döneminden devralınan yok denilebilecek kadar küçük sermaye birikimini artıracak güçlü ve bağımsız bir kapitalist sınıf yoktu. Dünya kapitalist sisteminin 1920’lerde başlayıp İkinci Dünya Savaşı bitene kadar etkili olan krizi de ilkel birikimi hızlandırmayı sağlayacak kaynağın dışarıdan gelmesi önünde engeldi. Birikim için tek yol tarım kesiminde yaratılan değerlerin sanayiye aktarılmasıydı. Bunun için tarım kesimine çok ağır vergiler yüklenmişti. Sınırlara kadar dayanan savaşın zorunlu kıldığı silahlanma ekonomisinin de etkisiyle temel tüketim mallarının satışı karneye bağlanmıştı. İmece adı altında gönüllüymüş gibi sunulan zorunlu ücretsiz çalışma kampları da çok yaygındı. Savaş bitip 1946’da çok partili rejime geçildikten sonra yapılan ilk özgür sayılabilecek seçimde DP’nin seçimi kazanması bu koşullara bir tepkiydi. DP demokrasi vaadlerini tutmadı ama iktidarı boyunca devlet kaynaklarını taşraya akıttı, tarım sermayesini güçlendirdi. Programında olmasına rağmen grev hakkını ve sendikal hakların genişletilmesini gündeme getirmedi. Bu vaadi kağıt üstünde kaldı. Patronlar hızla zenginleşirken, işçi ücretleri yerinde saydı. İşçi sınıfının sayısal olarak genişlemesi Türkiye politik sahnesinde önemli değişiklikleri de beraberinde getirdi. 1950’de 10’dan fazla işçi çalıştıran işletmelerdeki toplam işçi sadece 375 bindi. 1946’dan sonra fiilen tekrar kurulmasına izin verilen işçi cemiyetleri ve sendikalara üye işçi sayısı ise 78 bindi. 1960’a gelindiğinde sendikalaşmış işçi sayısı neredeyse 4 kat artarak 282 bine çıkmıştı. Demokrat Parti, halefi kadar baskıcı davranıyordu. Bu dönemde CHP yüzünü destek için işçi sınıfına dönmeye başladı. 1957’de CHP seçim programına ilk kez örgütlenme ve grev hakının tanınmasını aldı. 27 Mayıs 1960 darbesi Menderes hükümetini düşürdü. (Bu konu daha ayrıntılı olarak başka bir yazıda incelenecektir) 1961 Anayasası’nı hazırlayanların çoğunu CHP’li aydınlar oluşturuyordu. Anayasa özellikle örgütlenme ve grev hakkı konularında ihmal edilemeyecek yeni özgürlükler getirdi. İşçiler mücadele ederek hükümeti anayasada yer alan hakları yansıtacak yasal düzenlemer yapmaya zorladılar ve Türkiye tarihinde işçilerin elde ettiği en gelişkin yasal özgürlükleri kazandılar. İşçi hareketi yükselir ve özgürlükler genişlerken Şubat 1961’de sosyalizme parlamenter yolla ulaşılıcağına inanan Türkiye İşçi Partisi kuruldu. 1965 genel seçimlerinde de oyların yüzde 3’ünü alarak parlamentoya 15 milletvekili soktu. Kırsal kesimlerin taleplerini dillendiren DP ve devamcısı AP’ye karşı nüfusun yüzde 75 kadarının kırsal alanda yaşadığı bir ülkede CHP’yi iktidara taşıyabilecek yeni sosyal güç her geçen gün hızla büyüyen işçi sınıfıydı. Sağda sermayedarların ile zengin köylüler ve toprak ağalarının güçlü partisi AP vardı. Solda ise güçlenmeye aday TİP. Hem dünyada hem de Türkiye’de işçi hareketi yükseliyordu. Bu gelişmeler Bülent Ecevit etrafına toplanan grubun CHP’yi daha fazla işçi sınıfı politikalarına itmesine neden oldu. Ecevit’in ünlü “Ortanın Solu” kitabı CHP solunun bir manifestosu niteliğinde. Ecevit kitapta kitlelerin yaratıcılığına değiniyor: “Bir işçi toplantısına katılırsınız. Bilim adamlarının yazdıklarını şaşılacak bir kavrayışla anlatan bazı okul görmemiş işçilere rastlarsınız.” Ecevit 1965 seçim yenilgisini değerlendirirken “CHP’yi ortanın solu yolunda, reformculukta yeteri kadar cesur, kararlı ve ileri görmeyen bazı CHP’lileri” partinin en büyük oy kaybına uğradığı kesim olarak anlatıyor. Varolan düzeni reformlar yoluyla iyileştirmeye çalışan Ecevit düzeni yıkmak niyetinde değildi. Bu nedenle sözkonusu kitabında patronlara da hitap etme çabası içindeydi. Sendikal hareket de bir yandan genişliyordu. 1967’de Türk-İş’in Paşabahçe gibi grevleri desteklememesi üzerine yaşanan protestoların sonucunda üç sendika Türk-İş’den bağımsız tutum aldılar ve konfederasyondan atıldılar. İki bağımısız sendika ile birlikte de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu kurdular. Grevler 1968’de 54’ten 1969’da 81’e ve 1970’de de 112’ye çıktı. DİSK liderliğinin gerçek yapısı ise 16 Haziran 1970’de ortaya çıktı. 15-16 Haziran’da 100 bini aşkın Türk-İş’li ve DİSK’li işçi hükümetin DİSK’i kapatma girişimine karşı birlikte greve çıkmış, yürümüş ve polisle, orduyla çatışmışlardı. 16 Haziran’da ise DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler radyodan işçilere seslenerek sıkıyönetime itaat etmelerini ve askere karşı gelmemelerini söyledi. Türkler, tabanın eylemliliği ile inşa edilen sol sendikal hareketin samimi ve iyiniyetli bir lideri olmasına rağmen devlet güçleriyle karşı karşıya geldiğinde bir seçim yapmak zorunda kaldı. Ya sendika üyelerinin çıkarları doğrultusunda davranacaktı ya da devletten yana tavır alacaktı. Türkler ve DİSK liderliği devletten yana tutum aldı. DİSK üyeleri de aynı seçimle karşı karşıya kaldılar. İşbaşı yapmaya direnmelerine rağmen fikirleri mücadeleyi devam ettirmelerini sağlayacak derecede net değildi. Bunun bedeli ağır ödendi. 12 Mart 1971 darbesi yaşandı. İşçi sınıfı darbeyi önleyebilecek güçteydi ama reformist fikirler işçileri kıpırdayamaz hale getirdi. CHP lideri İnönü’nün tersine Ecevit ordu güdümlü ara rejime dahil olmayı reddeti. Bu ilkesel tutumu nedeniyle Mayıs 1972’deki militan kongrede Ecevit, İnönü’nin yerine parti lideri seçildi. Ekim 1973’de yapılan genel seçimlerde CHP sol söylemi ile oyların yüzde 36.5’ini aldı. Ocak 1974’de de Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ile hükümet kurdu. Ecevit’in CHP’si o kadar sol bir hava estirdikten sonra hükümetin yegane “başarısı” Kıbrıs’ı işgal etmek oldu. Bu milliyetçi maceracılık binlerce insanın ölümüne neden oldu. Kıbrıs’lı Türklerin ve Türk işçilerinin çıkarına hizmet etmedi. Ecevit bu milliyetçilik dalgası üzerine tek başına iktidar olacağı umuduyla Eylül 1974’de başbakanlıktan istifa etti. Ancak 1977’de yapılan seçimleri kaybetti. Muhalefete düşen CHP bir kez daha sola doğru kaydı. 1976 başında yaptığı bir konuşmada Ecevit şöyle diyordu: “Kurtuluşun tek yolu vardır. İşçilerin bir demokratik sendika hareketiyle birleşmesi ve işçi hareketinin bir demokratik sol siyasal hareketle bütünleşmesi.” Bu dönemde sendikalı işçi sayısı 2 milyonu bulmuştu. 1970-76 arasında 101 bin 815 işçinin katıldığı 658 grev yapıldı. 5 Haziran 1977 secimlerinde CHP oyların yüzde 41.4’ünü aldı ve Ocak 1978’de hükümeti kurdu. Beklentiler yüksekti, seçim ve hükümetin kuruluşu tam bir şenlik havasında geçti. Sokakta ve üniversitelerde faşist terörün yoğunlaştığı, işçilerin yaşam standartlarının düştüğü bir ortamdan herkes sol söylemli Ecevit’in önemli iyileştirmeler yapacağını umuyordu. Ancak Ecevit’in faşist saldırılara tek yanıtı öğrencilerin üniversitelere değişik günlerde gitmesi oldu. Bir gün solcu öğrenciler, diğer gün de faşistler. Bundan yararlanan faşistler, solcu öğrencilerin okula gittiği gün üniversiteyi bombaladılar. 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’nin bombalanması sonucu yedi öğrenci öldü. Ecevit’in İMF istikrar paketini uygulaması sonucu da reel işçi ücretleri yüzde 22.8 düştü. 1970’lerde işçi ücretlerindeki en büyük düşüş Ecevit döneminde oldu. 1989’a gelindiğinde bahar eylemleri çerçevesinde işçi mücadeleleri CHP’nin devamcısı olan SHP’nin bir dizi belediyeyi seçimlerde ele geçirmesine neden oldu. Ekim 1991’de DYP-SHP kolisyonu kuruldu. Aralarında Leyla Zana’nın da bulunduğu HEP kökenli bir dizi Kürt aday SHP listelerinden milletvekili seçildiler. Bu gelişme bir kez daha beklentileri yükseltti. Bazı solcular bile Türkiye’nin demokratikleşme sürecine girdiğine inanıyordu. 1989-91 yılları arasındaki mücadele reel işçi üretlerini iki katına çıkardı. Ancak hükümetin 5 Nisan Kararları işçilerin yaşam standardına ağır bir darbe vurdu. 1996’ya gelindiğinde reel ücretler 1989 seviyesine düşmüştü. DYP-SHP koalisyonu aynı zamanda Kürtlere yoğun baskıların uygulandığı ve faili meçhul cinayetlerin hüküm sürdüğü iktidar olarak tarihe geçti. Sistemin adaletsizliğine karşı mücadele etmek isteyen işçilerin birçoğunun yöneldiği parti CHP’dir. Militan işçiler CHP’nin eşitsizliğe karşı, sendikal haklar için, Kürt sorununa siyasi bir çözüm bulunması için, işkenceye karşı, insan haklarından yana mücadele etmesini bekliyorlar. CHP’nin sıradan üye ve destekçileri bu değişmleri istiyorlar. Maalesef sosyal demokrasinin iktidardaki tarihi bu taleplerin hiçbirinin yerine getirilmediğini gösteriyor. CHP’nin tabanı parlamenter yol dışında gerçekçi bir alternatif olabileceğini düşünmüyor. Sosyalistler reformler için mücadelede bu tabanla omuz omuza durmalılar ki liderliğin yarattığı hayalkırıklığı ve ihaneti kabul etmek zorunda olmadığımızı, gerçekçi bir devrimci alternatifin bulunduğunu gösterebilsinler.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 8; Eylül 1998

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön