Güncelleme:
07.02.2007
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


1909 Darbesi

Bu yazı Cem Uzun'un Kemalizm Sol Değil kitabından bir bölümdür.

1908 Devrimi anayasal bir düzen getirmiş, ancak padişahı tahtında bırakmıştı. Devrimciler de hükümete katılmamış, sahne arkasından çalışmayı tercih etmişlerdi.

Düzendeki değişiklikten kazananlar ve kaybedenler oldu. Ancak kaybedenler (padişahın yakın çevresi, bazı general ve bürokratlar, zengin gayrimüslimler) tam olarak yenilmemişti. Modernleşme hareketi, yurtdışında eğitilmiş profesyonel yeni subay kadrolarının orduya katılmasını sağladı. Modern askeri eğitim, beraberinde modern politik fikirler de getirmişti. Padişah, monarşiye bağlılığından kuşku duyduğu bu subaylar yerine alaylı subayları öne çıkartıyor ve onlara ayrıcalıklar tanıyordu.

Bu durum, orduda gerginlik yaratıyordu. 1908’deki yönetim değişikliğinden sonra iş başına gelen yeni savunma bakanı, orduda yeniden yapılanmaya gitti. Devrimden 3 hafta sonra, 15 Ağustos’ta İmparatorluk Yüksek Askeri Teftiş Kurulu ve padişahın Muhafız Alayı ortadan kaldırıldı. Almanya’da eğitim gören İzzet Paşa ve Mahmut Muhtar Paşa gibi profesyonel subaylar üst görevlere getirildiler. Bu değişiklikler, alaylı subaylar arasında huzursuzluk yarattı ve önemli bir kısmı ordudan atıldı.

Padişah, gayrimüslimler arasında elit bir kesime ayrıcalıklar tanıyarak, kendisine ve monarşiye bağlamıştı. Bu elitler de kaybettiklerini geri almanın yolunu arıyorlardı. Bir karşı-devrim fikri, ordunun bir kısmında, bazı eski general ve alaylı subaylar arasında, devlet bürokrasisinin bir bölümünde, servetini monarşiye borçlu olan zenginler ve gayrimüslim nüfus içindeki elitler arasında destek buluyordu.

Nisan Darbesi’nin örgütlenişi hakkında çok net bilgiler olmamakla birlikte, ordu hiyerarşisinin bazı bölümlerinin bu işe karıştıkları açıktır. Monarşist komutanlar, meşrutiyet karşıtı birliklerin İstanbul’a nakledilmesini sağladılar. Askeri darbe, İstanbul’a yeni nakledilen Tüfek Birliği’nin 13 Nisan sabahı ayaklanmasıyla başladı.

Arnavut bir onbaşı ve Hamidiye Alayı’na mensup bir Kürt imamın liderliğinde, padişah ve şeriat lehine sloganlar atarak kışlalarından Sultanahmet Meydanı’na yürüdüler. Çok sayıda cüppeli, devrim sonrası yapılan reformlar nedeniyle işini kaybeden eski subay, askeri üniformalarıyla ayaklanan askerlerle birlikte yürüdüler. Bu isyanın önceden planlandığı ve örgütlendiği açıktı; spontane bir durum değildi. Öğlene doğru hükümet konağı silahlı 5-6 bin asker tarafından çevrilmişti.
Abdülhamit, darbe yenilgiye uğratıldıktan sonra, bununla hiçbir ilişkisi olmadığını açıkladı. Ama isyan eden askerler, gemilerinin kaptanı meşrutiyetçi yüzbaşı Ali Kabuli Bey’i sarayın bahçesindeki bir ağaca asarken, Abdülhamit ‘onaylayan bir şekilde seyrediyordu.’ Öğleden sonra saat ikide Abdülhamit isyan eden askerleri affederek, darbeyi meşrulaştırdı.
Darbe, ordu hiyerarşisinin bir kesimi tarafından da destekleniyordu. Tevfik Paşa liderliğinde yeni bir hükümet kuruldu; ama gerçek erkin padişahın eline geçtiği netleşmişti. İstanbul’da İttihat ve Terakki bürolarına saldırı düzenlendi. Tanini ve Şura-yı Ümmet gazetelerinin matbaaları yok edildi. Meclisin, İttihat ve Terakkili üyeleri İstanbul’dan kaçtılar. Can güvenlikleri için kaygılanmaları anlaşılırdı; çünkü isyancı askerler iki milletvekilini asmış (yanlış kişileri öldürmüşlerdi; ancak hedeflerinin İttihat ve Terakki olduğu belliydi) ve Savunma Bakanı’nı yaralamışlardı.

Darbeye Direniş

Liderliğin büyük bir kısmı İstanbul’da saklanmasına rağmen İttihat ve Terakki, hızla harekete geçti. İttihat ve Terakki temsilcileri vilayetlere dağılarak darbenin sadece kendilerine değil, bütünüyle meşrutiyete karşı yapıldığını anlattılar. Hükümet, darbenin sadece İttihat ve Terakki’yi hedef aldığını iddia ediyordu. İttihat ve Terakki, telgrafhanelerdeki ve bürokrasi içindeki ilişkilerini kullanarak hükümetin yalanlarından önce kendi propagandalarının yayılmasını sağladılar. Çoğu kez de hükümet açıklamalarının yerine ulaşmasını engellediler.

Darbeye karşı halk hızla harekete geçti. Selanik’te 30 bin kişi meşrutiyeti savunma gösterisi yaptı. Çok sayıda insan, darbeye karşı savaşmak üzere gönüllü oldu. Abraam Benaroya, Selanik’teki durumu tarif ediyor:
Selanik’teki ordu, Makedonya ve Mahmut Şevket Paşa liderliğindeki Arnavut gönüllüleri tarafından güçlendirildi. Komitenin kahramanları Enver ve Niyazi, başkente hareket ettiler. Gönüllüler arasında çok sayıda Rum ve Bulgar, bir miktar da Musevi bulunuyordu.

İttihat ve Terakki, İmparatorluğun çoğu kentinden İstanbul’a telgraf çekme kampanyası başlattı. İttihat ve Terakki komiteleri, sıradan insanlar, askeri klüpler ve hatta taşra bürokrasisi telgraf kampanyasına katılanlar arasındaydı.
İstanbul dışındaki isyanlar da 13 Nisan olaylarının sıradan askerlerin dini tepkisinin ötesinde olduğunu gösteriyordu. 12-13 Nisan gecesi Erzincan’daki ayaklanma 4. Kolordu Komutanı İbrahim Paşa tarafından bastırıldı. Erzurum’daki darbe girişimi 15 bin Müslüman ve Hıristiyan’ın kitlesel eylemiyle durduruldu. 20 Nisan’da Yusuf Paşa’nın darbe girişimi de telgrafhanelerdeki İttihat ve Terakki destekleyicilerinin yardım çağrısıyla durduruldu. Yusuf Paşa daha sonra tutuklanarak mahkemeye çıkarıldı.

Darbecilerin bir başka ve daha karanlık bir taktiği ise Ermenilere karşı provokasyonlar düzenlemekti. Bunun en vahşi örneği 14-16 Nisan’da Adana’da yaşandı; 17 bin Ermeni öldürüldü. Çıkan çatışmalarda, vahşi saldırganların 1900’ü öldürüldü. Adana’nın çoğu yakıp yıkıldı. Dolaylı kanıtlar, Abdülhamit’in bu olaydaki parmağına işaret ediyor. Padişahın özel muhafızlarından birisi, katliamdan birkaç gün önce Adana’ya gitmişti. Abdülhamit, daha önce, halk öfkesinin hedefini saptırmanın bir yolu olarak Ermeni katliamlarını kullanmak istemişti.

Katliamın olduğundan daha büyük bir boyuta ulaşması, yerel Müslüman dini liderlerin Ermeni Kilisesi lideriyle el ele vererek katliamı kınaması ve kurbanlarla dayanışma göstermesiyle önlendi. Bu da, katliamın dışarıdan örgütlendiğine ilişkin başka bir kanıttır.

Ermeniler Mersin, Tarsus, Kozan ve Maraş’ta saldırılara uğradı. İttihat ve Terakki subaylarının müdahaleleri, birçok başka yerde katliam yaşanmasını engelledi. İttihat ve Terakki destekçileri, provokasyonların önünü almak için Abdülhamit’in tahtan indirildiğine dair sahte telgraflar bile gönderdiler.

Konya’daki katliam, aşağıdan yükselen eylemlerle durduruldu. Katliamı kışkırtan imam, yerel halk tarafından kentin camisinde tutuklandı. Mevlevi dervişlerinin başı Çelebi Efendi, bir konuşma yaparak herkesin Allah’ın çocuğu olduğunu söyleyerek Türklerin kardeşlerine karşı el kaldırmamaları çağrısında bulundu.

Aşağıdan yükselen direniş, darbenin sınıf doğasını da açığa vuruyordu. Darbe, orta kademeli ordu subaylarının direnişi ile çökertildi. İstanbul 1. Ordu Komutanı Nazım Paşa darbeyi desteklemişti. Selanik’teki 3. Ordu, İttihat ve Terakki’nin kalesiydi ve darbeye karşı çıktı. Edirne’deki 2. Ordu’nun beklenmedik bir şekilde darbeye karşı çıkması, İstanbul’u batıya karşı savunmasız bıraktı. Erzincan’daki 4. Ordu’nun komutanı İbrahim Paşa, telgrafla meşrutiyeti desteklediğini açıkladı ve İstanbul’a yürüme tehdidinde bulundu. Dolayısıyla darbe, ne doğudan ne de batıdan taraftar bulabildi. 16 Nisan’da meşrutiyetçi 15 bin asker, İstanbul’un 72 km. ötesindeki Çatalca’ya ulaşmıştı. Asker sayısı da giderek artıyordu.
Meşrutiyeti savunmak üzere orduların toplandığı gerçeği, İstanbul’da yaygınca bilinmiyordu. İstanbul’un Ermeni asıllı vekillerinden olan Krikor Zohrab, 1,2,3,4,5,6 ve 7. kolordularına bağlı binlerce askerin imzasını taşıyan ve darbeyi destekleyen metni mecliste okuyordu.

Bu imza metni, darbenin ne kadar iyi hazırlandığının bir başka kanıtıydı. Metnin okunduğu saatlerde, Adana’da Zohrab’ın dindaşları kılıçtan geçiriliyordu.

Zohrab’ın konuşma yaptığı meclis, artık işlevsizdi. İttihat ve Terakkici çoğunluk, İstanbul’dan kaçmıştı. Darbecilerin orduya güvenemeyeceğinin ilk işareti, iki milletvekilinin de içinde olduğu Çatalca’ya gönderilen heyetin, meşrutiyetçi ordu tarafından tutuklanması ve geri dönmelerine izin verilmemesidir.

17 Nisan’da imparatorluğun her tarafından gönderilen mesajlar mecliste okundu. Hepsi darbeyi, mutlakıyete dönüş olarak lanetliyordu. Savunma bakanlığına, ordu birlikleri tarafından gönderilen benzeri telgraflar yağıyordu.

20 Nisan’a gelindiğinde fareler, batmakta olan mutlakıyetçi darbe gemisini terk etmeye başlamışlardı. Trenler, kendisini cüppelerle kamufle etmeye çalışan askerlerle doluydu. Darbe sonrası meclis tarafından başkan seçilen İsmail Kamil Bey, Britanya Elçiliği’ne sığındı.

İttihat ve Terakkici vekiller, 22 Nisan’da Yeşilköy’de toplandılar. Artık Abdülhamit’i tahttan indirmenin gerektiğini tartıştılar. Padişah ise tahtta kalmak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu gösteriyordu. Abdülhamit, darbeyle ilişkisi olduğu iddiasıyla 543 kişilik bir liste hazırladı. Listedeki isimler arasında kendi yakın arkadaşları bile bulunuyordu. Bu isimlerin 35’i gazetelerde yayımlandı.

23 Nisan’da "mutlakıyetçi paşalar ve aileleri ile darbeyi desteklemiş olan zengin Rum ve Ermenilerden oluşan nüfusun kaçışı ivme kazandı. Limandan çıkan her gemi, kapasitesinin üstünde insan taşıyordu." Devrim ve karşı-devrim arasındaki mücadelenin milliyet ve din boyutunu aştığının bir başka kanıtını, kaçanların kompozisyonunda da görebiliriz.

25 Nisan’da meşrutiyetçi birlikler İstanbul’a girdi. Taksim ve Taşkışla’da yaşanan çetin çatışmalarda 97 meşrutiyetçi, 297 de mutlakıyetçi öldü. Başka yerlerdeki direniş daha zayıftı ve öğleden sonra padişah teslim oldu. Olağanüstü hal ilan edildi ve darbeciler tutuklanmaya başlandı. 5 bin darbeci tutuklandı. İstanbul’da 27 Nisan’da toplanabilen meclis, Abdülhamit’i tahttan indirip yerine Mehmet Reşat’ı geçirme kararı aldı.

Abraam Benaroya (O dönem Osmanlı işçi sınıfının önemli liderlerinden), Selanik’teki tepkiyi şöyle ifade ediyor:

Selanik sokakları bir kez daha Jön Türklerin zaferini kutlayan gösterilerle doldu taştı. Bir kez daha sloganlar, marşlar, tartışmalar ve zafer nutukları dinledik.

Darbenin bastırılmasından sonra bir dizi alaylı subayı ölüme mahkum eden askeri mahkemeler süreci başladı. Mutlakıyetçi generaller gibi daha üst sınıflara mensup komplocular, sürgüne gönderildi; diğer ordu subayları da ya görevden alındı, yada rütbeleri düşürüldü. Karşı-devrimciliğin cezaları bile sosyal sınıf temelinde veriliyordu.

Abdülhamit, iki karısı ve birkaç yardımcısıyla Selanik’e gönderildi. Selanik, devrimin merkezi olduğu için orada yeni bir karşı-devrim girişiminde bulunma şansı daha azdı. Musevi kapitalist Allatini’nin deniz kenarındaki malikanesine yerleşti.
Başarısız darbeyi, kabinede kimlerin yer alacağına dair uzun süren tartışmalar izledi. Çünkü mutlakıyetçiler hâlâ etki için mücadele ediyorlardı.

Abdülhamit’in darbeyi destekleyip, desteklemediği konusu çok tartışıldı. Ancak asıl mesele bu değil. Abdülhamit, iddia ettiği gibi darbenin organizasyonunda parmağı olmasa ve darbeye karşı çıkmış olsa da hareketin hedefleri tartışılmayacak kadar açıktı. Mutlakıyetçi bürokratlar, sarayla ilişkileri iyi olan her dinden zengin kesimler ve rütbeleri düşen alaylı subaylardan oluşan bir sosyal grubun çıkarı, eski rejimi geri getirmekten geçiyordu. Padişah, bulunduğu konum itibariyle ya mutlakıyetçi bir yönetimin ya da meşrutiyetin başında olmayı tercih edebilirdi. Padişah bir semboldü; rejimin kendisi değil. Abdülhamit, darbeyi desteklememiş olsa bile, hedefi mutlakıyeti geri getirmek olan darbenin doğası değişmeyecekti. Padişah, darbe başarısız olunca darbecilerin hedeflerine sırtını dönebileceğini mükemmel bir biçimde sergiledi. Abdülhamit, komplocuların isimlerini vererek sonuna kadar tahtta kalmak için debelendi.

Resmi tarih, bu darbeyi kendiliğinden gelişen gerici ve tümüyle dini bir hareket olarak göstermeye çalışır. Modern Türkiye’deki politik çatışmaları da benzeri bir çerçevede sunmayı tercih edenler, tarihin bu versiyonuna yöneliyor.
Darbe, politik düzenin doğası üzerine mücadele eden iki farklı sosyal tabana sahip, iki farklı çıkar grubunun politik mücadelesiydi. Bir başka deyişle, bu bir sınıf mücadelesiydi.

Darbenin yarattığı kriz, devrimin dönüm noktası oldu. Devrim, mutlakıyetle hesaplaşmaya itildi. İttihat ve Terakki, hükümete daha fazla ve daha açık katılıma zorlandı.

1909’a gelindiğinde yaşanan değişim süreci artık geriye çevrilemez bir hale gelmişti. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, mutlakıyetin meşru yollarla geri getirilmesinin yollarını kapatmıştı.

Ancak çok sayıda soru, özellikle de ulusal sorunlar hâlâ çözüm bekliyordu.

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön