Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Türkiye’de politik kutuplaşma:

SOLDAKİ BOŞLUĞU NASIL DOLDURACAĞIZ?

Sertuğ Çiçek - Çiğdem Özbaş

Sol ucu eksik kutuplaşma
Tony Cliff'in "30'ların ağır çekimi" benzetmesi üzerinden yaptığı analiz, Türkiye'de son 15 yıldır yaşananları anlamak ve bugünün görevlerini çıkartmak açısından oldukça yararlı. "Burası Türkiye, başka yere benzemez" yaygın fikrine karşın, dünyada ve Türkiye'de yaşananlar arasında oldukça önemli paralellikler var. Yaşanan ekonomik kriz, bunun yarattığı istikrarsızlık ve politik kutuplaşmayı Türkiye'de de gözlemlemek mümkün. 1970'lerin sonlarında başlayan ancak işçi sınıfının genel direnişi nedeniyle rahatça uygulanamayan neo-liberal ekonomik saldırı (özelleştirmeler, çalışanların haklarının sınırlandırılması, devletin toplumsal hizmetlerden çekilmesi vb) 12 Eylül darbesi ardından hızla gerçekleştirilmeye başlandı. 1980 yılının ilk 9 ayında grevler nedeniyle kaybolan toplam işgünü sayısı 5.410.000 iken takip eden 3 yıl boyunca grev yapılmadı. 1980-88 döneminde maaş ve ücretlerin milli gelir içindeki payı yüzde 32,79'dan yüzde 13'e düştü. Büyük kitlelerin önemli ölçüde yoksullaşmasına neden olana bu politikalar 1980'lerin sonlarına doğru işçi hareketinin yükselmesine neden oldu. Grevde kaybolan toplam işgünü sayısı 1984'de 4.947, 1985'de 194.000, 1986'da 234.940 iken bu rakam 1987 sonrası hızla artmaya başladı. 1987'de 1.961.940, 1988'de 1.892.655, 1989'da 2.911.407, 1990 ve 1991'de sırasıyla 3.466.550 ve 3.809.354 oldu. 1989 Bahar eylemleri, 1990-91 Madenci Yürüyüşü ve 1991 Genel Grevi ile doruk noktasına ulaşan hareket, kendisini politik olarak sosyal demokrat partiler aracılığıyla ifade etti. Sosyal demokrasinin emek cephesi ve Kürt hareketinin taleplerine tercüman olduğu bu dönemde toplumda yaşanan "sola kayış"ın ne denli etkili olduğunu görmek için HADEP ile (o dönemde HEP) SHP'nin seçim ittifakı yaptığını hatırlamak ve Demirel'in başında olduğu DYP'nin 1988-1991 arasındaki temel söylemlerine bakmak bile yeter: "12 Eylül uygulamalarına yargı yolu açılacak, 12 Eylül'ün sendikalar yasasında yaptığı değişiklikler kaldırılacak, emeklilik yaşı indirilecek, düşünce özgürlüğü sağlanacak, işkenceye son verilip karakollar şeffaflaştırılacak, herkes bir ev ve bir araba sahibi yapılacak, konuşan Türkiye istiyoruz, yollar yürümekle aşınmaz..." Ne var ki son yıllarda Avrupa'da yaşanan gelişmelerin bir benzeri 1985-1995 arasında Türkiye'de de yaşandı. Tercihlerini açık ve sert biçimde sermayeden yana ortaya koyan ANAP hükümetleri ve "zengini seven" Özal dönemine "Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı" denerek son verilmişti. Ancak DYP ile iktidarı paylaşan sosyal demokrasi, oyunu aldığı emekçi kesimleri ve Kürtleri hayal kırıklığına uğrattı. Ekonomik krizin derinleşmesiyle birleşen bu hayal kırıklığı politik arenada merkez partilerden uçlara kayış sürecini başlattı. Avrupa'da bugün çok belirgin olarak yaşanan bu politik kutuplaşma Türkiye'de sol ucu eksik şekilde yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Seçimlerin dili Türkiye'de son 15 yıldır yapılan seçimlerin sonuçları bu sol ucu eksik politik kutuplaşmayı ortaya koyuyor. 1987 yılında merkez sağ partilerin (ANAP ve DYP) oyu yüzde 57, merkez sol partilerin (SHP ve DSP) oyu yüzde 33, aşırı sağ partilerin (İslami hareket ve faşist hareket) oy oranı ise yalnızca yüzde 10 kadardı. 12 Eylül'ün devamcısı ANAP'ın uyguladığı yoksullaştırma ve ezme politikalarına karşı yükselen toplumsal muhalefet kendisini 26 Mart 1989'da yapılan belediye seçimlerinde de ifade etti. Eş zamanlı olarak yükselen İşçi hareketi ve Kürt hareketi seçimlerde ekonomik, sosyal ve demokratik taleplerine sahip çıkan sol sosyal demokrat parti (SODEP-SHP) etrafında birleşti. Sağ sosyal demokrat partinin (DSP) oyları sola doğru kayarken sosyal demokrat partilerin toplam oyu 8,129 puan artarak yüzde 41,5'a ulaştı. Bu oran, solun daha önce yalnızca 1977 seçimlerinde ulaştığı bir rekordu. Bu seçimlerde merkez sağ oyların önemlice bir kısmı (8.12 puan) sola, küçük bir kısmı ise (2 puan) aşırı sağdaki partilere kaydı. Merkez sağın oy toplamı yüzde 45,5'a inerken, aşırı sağdaki partiler geleneksel oylarını çok az artırarak toplam yüzde 12 destek bulabilmişlerdi. Yurtseverlik zaafı Toplumsal mücadele 1991'in başlarında doruk noktasındayken 1. Körfez Savaşı (ABD'nin Irak'a ilk saldırısı) patladı. Türkiye'nin de taraf olduğu ve topyekun savaş olasılığının belirdiği bu aylarda körüklenen "milliyetçilik", "ulusal çıkarlar", "hepimiz aynı gemideyiz" söylemi işçi hareketini felç etti. Madenci direnişi savaş koşulları nedeniyle bitirildi. Sosyal demokrat partiler savaş karşıtı değil; aksine "ulusal çıkarlar için" savaş taraftarıydılar. Bu durum işçi sınıfı mücadelesi açısından en önemli zaaflardan biri olan "yurtseverlik-vatanseverlik" fikirlerinin güçlenmesine neden oldu. 1980'li yılların en azından ekonomik kayıplarını telafi eden ve savaş koşulları nedeniyle "vatan için fedakarlık yapmaya" ikna olan işçi sınıfının mücadelesi durulmaya başlamıştı. Dolar cinsinden asgari ücret 1987 yılındaki 67,6 düzeyinden 1991 yılında 138'e çıkmıştı. Grevde kaybolan işgünü sayısı ise 3.466.550 düzeyinden 1.153.578'e düşmüştü. 1991 yılı Ocak ayında yapılan tarihin en etkili genel grevlerinden biri sayılabilecek eylemin etkisini çıkarırsak, 1991 ve 92 yıllarında savaş-milliyetçilik, seçim ve yeni hükümetten beklentiler nedeniyle hareketin önemli bir durgunluğa girdiğini söylemek mümkün. Hayal kırıklığı 1991 seçimlerinde, yerel yönetimlerde oy aldığı kesimlerin taleplerini karşılayamadığı için hayal kırıklığı yaratmaya başlamış olan SHP'nin oyu yüzde 34'den yüzde 20,7'ye düştü. Milliyetçilik söyleminin yükseldiği bu dönemde sağ sosyal demokrat parti DSP oylarını yüzde 10,8'e çıkararak ülke barajını aşabildi. Ne var ki merkez solun toplam oyu yüzde 41,5'tan yüzde 31,5'a düşmüştü. Sosyalist sol ise bu seçimlerde ancak yüzde 0,44 oy alabilmişti. Sola kayış yerini sağa kayışa bırakmıştı. Merkez sağ toparlanarak oyunu yüzde 51'e çıkarmıştı. Aşırı sağ ise seçim ittifakı yaparak yüzde 17 kadar oy almıştı. İktidar ortağı SHP seçmenlerinin beklentilerine yanıt vermek yerine yönetici sınıfa uşaklık yapıyordu. İşçiler de Kürtler de ihanete uğramıştı. SHP listesinden TBMM'ye giren Kürt milletvekilleri cezaevine atılmıştı. Kirli savaş tırmandırılıyor, SS yasaları çıkartılıyordu. Yoksulluk ve işsizlik çözülmemişti. Zenginle fakir arasındaki uçurum açılmaya devam ediyordu. Seçimde Kürt hareketiyle ittifak yapan, yoksulluk ve işsizliği önleyeceğini vaat eden SHP, ANAP iktidarları dönemlerinde bile yapılamayanların altına imza atıyordu. İşçi sınıfına karşı egemen sınıftan, Kürt hareketine karşı devletten yana tutum alan SHP, neo-liberal ve milliyetçi politikaların uygulayıcısı oldu. Karayalçın bu dönemde Türkiye ile IMF arasındaki stand-by anlaşmasını imzalayan ilk sosyal demokrat lider olma vasfını kazandı! 5 Nisan istikrar paketine karşı hızla yükselen hareket, hükümetin devrilmesi ve seçim beklentisi nedeniyle aynı hızla geri düştü. Grevde kaybolan toplam işgünü sayısı 1993, 94, 95 ve 96 yıllarında sırasıyla şöyleydi: 574.741, 242.589, 4.838.241, 274.322. Seçim yılında yükselen hareket 5 Nisan kararlarının çöpe atılmasını sağladı. Ancak sosyal demokrasinin iktidardaki kanadı yıpranırken diğer kanadı (DSP) neo-liberal politikalar ve kirli savaşın yarattığı hoşnutsuzluğu kucaklamaktan uzak sağ (özelleştirmeci-milliyetçi) politikalara sarılıyordu. Kürt sorununda "milliyetçilik-kuyrukçuluk" çıkmazında olan sosyalist sol neo-liberalizm karşısında da ulusalcılık batağına saplanmış durumda olduğu için SHP'nin solunda tutarlı bir çekim gücü yaratamıyordu. Aşırı sağın yükselişi Yoksulluğa, işsizliğe, kirli savaşa ezilenden ve emekçiden yana çözüm üretmeyen SHP'nin ihaneti ve sosyalist solda çekim gücü olabilecek bir politik yaklaşım olmaması, kirli savaşın devam edebilmesi için devlet tarafından milliyetçiliğin körüklenmesi aşırı sağın önünü açtı. 1980'lerin sonlarında yaşanan sola kayış ne yazık ki yerini sağa kayışa bırakıyordu. 1994 yerel seçimleri ve 1995 milletvekili seçimleri bu durumun sandıktaki ifadesi oldu. 1995 seçimlerinde sosyalist solun toplam oyu bir önceki seçime göre azalarak yüzde 0,21'e düştü. Merkez solun toplam oyu 1989'daki yüzde 41,5 oranından yüzde 25,3'e kadar geriledi. HADEP'in yüzde 4,1 oy aldığı bu seçimde merkez sol partiler arasındaki denge de sağa doğru kaydı. DSP oyları yüzde 10,8'den yüzde 14,7'ye çıkarırken CHP'nin oyları yüzde 10,7'ye düştü. İslami hareket Sağda ise yükselen İslami hareket oldu. Önce 1994 yerel seçimlerinde büyük kentlerin belediye başkanlıklarını kazanan RP 1995 seçiminden yüzde 21,4 oy alarak birinci parti olarak çıktı. Egemenlere karşı toplumsal muhalefeti dini ve radikal bir söylemle örgütleyen İslami hareketin yanı sıra faşist hareket de tarihte ilk kez geleneksel oylarını 3-4 kat artırmış oldu. Faşist partinin geleneksel yüzde 2-3'lük oyu 1995'de yüzde 8'in üzerine çıktı. Aşırı sağdaki partilerin toplam oyu rekor bir düzeye, yüzde 30'a çıktı. RP'nin iktidarda olduğu sırada verilen 28 Şubat 1997 Muhtırası, ardından Abdullah Öcalan'ın yakalanıp Türkiye'ye getirilme ve yargılanma süreci ve ekonomik krizin derinleşmesi politik kutuplaşmayı hızlandırdı ve aşırı sağ içinde MHP'nin büyük bir sıçrama yapmasına olanak verdi. Bu dönemde Susurluk Skandalına tepkilerin klasik olmayan yöntemlerle (ışık söndürme vs) kitleselleşmesine karşın işçi hareketi daha da durgunlaştı. Grevde kaybolan işgünü sayısı 1985 düzeyinin bile altına inerek 181.913 oldu. 1994 yerel seçimlerinden sonra "şeriat geliyor" korkusu en deneyimli işçi militanları arasında etkili oldu, 28 Şubat'ın da körüklediği laik-dinci bölünmesi emek ekseninin iyice yitirilmesi ve düşmanın aramızda aranmasına kadar vardı. Zaten milliyetçilik nedeniyle felç olan hareket ciddi bir mücadele yenilgisi almamasına karşın hepten güvensizleşip zayıfladı. Susurluk protestoları egemen sınıfın İslami harekete karşı başlattığı saldırının "sivil ayağına" dönüştürüldü. Egemen sınıfa karşı muhalefeti örgütleyerek büyüyen İslami hareket karşısında sosyal demokrat partiler tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi egemen sınıfla yan yana dururken sosyalist sol yine sınıfta kaldı. "İt dalaşı, yesinler birbirlerini", "ne şeriat ne darbe", "türban neyi örtüyor" vb yaklaşımlar egemen sınıfın toplumsal muhalefete karşı güçlenmesini sağlarken sol muhalefetin kan kaybını hızlandırdı. Faşist hareket Bu koşullar 1999 seçimlerinde sandığa yansıdı. Aşırı sağın toplam oyu rekor bir seviyeye çıkarak toplam yüzde 34,9 oldu. Yükseltilen milliyetçi histeriyi arkasına alan faşist partiler, FP'nin parlamentoda iktidarına izin verilmeyeceği açık mesajı karşısında arayışa giren İslami hareketin tabanından yaklaşık 5 puan oy alarak toplam desteklerini yüzde 19,5'a çıkardılar. Merkez sağın tarihteki en büyük yenilgisini aldığı bu seçimlerde sağ hegemonyanın ne kadar güçlendiğini görmek için merkez sol içindeki oy kayışına bakmak önemli. Merkez soldaki toplam oylarda azalma yerine 6 puana yakın bir artış yaşandı ama esas olarak neredeyse merkez sağ partilerin söylemini kullanan, milliyetçilik konusunda MHP ile yarışan DSP oylarında CHP aleyhine bir patlama yaşandı. Hâlâ DSP'ye göre biraz daha solda duran CHP barajın altında kalarak TBMM'ye temsilci dahi gönderemedi. Sosyal demokrat partilerin sağa kayışından rahatsız olan tabanın ise ne yazık ki CHP dışında gidebileceği gerçekçi bir alternatif yaratılamamıştı. Sosyalist sol her biri ayrı ayrı seçime katıldı. Aldıkları toplam oy yüzde 1,3 kadar oldu. Solun solunu yaratmak Toplumsal hoşnutsuzluğun arttığı bu dönemde milliyetçilik ve laik cephecilik zehri karşısında savrulan sosyalist solun alternatif yaratamaması, genel olarak hem solun zayıflamasına, hem de aşırı sağın çekim gücü yaratmasına olanak tanıdı. Bugün faşist partinin aldığı oyların büyük kısmı politik arenada yaratılan sıkışmışlık ve çözümsüzlüğün ürünü. Faşist partiler henüz, yüzde 20 civarındaki oylarının büyük kısmını sokakların kontrolü için savaşan silahlı sokak çetelerine dönüştüremeyecek durumdalar. Ekonomik kriz ve baskılardan yılmış durumda olan İslami hareketin tabanı ise arayışını sürdürüyor. Biraz demokrasi, biraz refah bu tabanı hızla etkileyebilir. 2000 ve 2001'de yaşanan ekonomik krizin boyutları politik kutuplaşmayı daha da güçlendiren bir etki yarattı. Yapılan anketler ve Armutlu seçimi toplumda ciddi bir arayış olduğu ve radikal ama gerçekçi söylemlerin etki yaratabileceğini göstermekte. Bu durum solun yeniden yükselmesini olanaklı kılıyor. Sağcılaşarak sola çekilmez Sosyal demokrat partilerin yarattığı hayal kırıklıkları karşısında solun solunda bir alternatif yaratmak için hala zamanımız var. Eğer bu alternatifi yaratmak konusunda kararlı olmazsak, ekonomik krizin neden olduğu öfkenin daha büyük oranlarda aşırı sağda ifade edilmesi ve örgütlenmesi kaçınılmazdır. Bu ise büyük bir felakete dönüşebilecek bir gelişme olur. Sosyal demokrat partilerin sağa kaydığı bu dönemde sosyalistler sosyal demokrasinin solunda mücadeleyi inşa eden, demokrasi, insan hakları, savaş, emek ekseni konularında tutarlı bir alternatif inşa etmek göreviyle karşı karşıyalar. Bugünün görevi sağ hegemonya karşısında destek artırmak için sağcılaşmak değil aksine ısrarla sol olmaktır. Sola çekmek için marjinal olsa da sol fikirleri ısrarla savunmak, tartışmak ve buna uygun işler yapmaktan geçiyor.

Antikapitalist; Sayı 16; Mayıs 2002

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön