Güncelleme:
16.12.2009
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


ABD Ortadoğu’dan, İsrail Lübnan’dan DEFOL!

Ghassan Makarem (Samidoun Merkezii, Beyrut)
Çev: Dilan Gitmez

BEYRUT sokakları gün be gün daha da radikalleşiyor. Hala erken olmasına karşın yeni bir hareketin oluştuğunu görebilirsiniz.
Genç aktivistler, çevreciler, insan hakları grupları, dini kuruluşlar gelişen olaylarla birlikte radikalleşti. Beyrut'ta çok daha politik bir havanın yaygınlaştığını söyleyebiliriz. Mülteci krizi başladığından beri üç hafta oldu ve kurtarma çalışmaları daha sorunsuz bir şekilde işliyor. Dolayısıyla artık insanların kurtarma çalışmalarına dönmeden önce gösteriler ve toplantılara katılmak için zamanları ve enerjileri oluyor.
Bu topraklardaki atmosfer; hükümete, Arap rejimlerine, 'uluslararası toplum'a karşı bir eğilim gösteriyor.
Bugünlerde dayanışmadan çok daha fazla söz ediliyor ve insanlar Hizbullah'la ilgili çok daha açık fikirli. Geçen hafta gazetelerdeki anket Hizbullah'a olan desteğin yüzde seksenlerin üzerine çıktığını gösterdi.
En son 1970lerde Filistin Kurtuluş Örgütü Lübnan'da üslendiğinde buna benzer şeyler yaşanmıştı. Radikalizm ve anti-emperyalizm geri dönüyor. Diğer taraftan ise bir izolasyon sorunu var; diğer Arap ülkelerindeki insanların daha fazla desteğine ihtiyacımız var.
Tabii ki hala daha mezhep ayrılıklarıyla bağlantılı sorunlar var. Lübnan'ın politik ve sivil halkı dini ve etnik bölünmeler etrafında örgütlenmiş durumda. Fakat sıradan insanlarda artık bu bölünmeleri göremezsiniz.
Genç aktivistlerin yeni bir kesimi artık bu bölünmeleri aşmış durumda ve bunlar sadece laik temelleri olan insanlar değil; aynı zamanda dini grupların parçası olan insanlar da var.
Aktivistler
Samidoun, pazar gecesi diğer kurtarma örgütleriyle eş zamanlı bir toplantı düzenledi. Kurtarma güçlerinde yer alan gönüllüler hangi politik talepleri öne çıkarmamız gerektiği konusunda tartıştı.
Kurtarma güçleri açısından daha fazla şey yapılması ya da bir kenara çekilmeleri konusunda hükümete baskı yapmaya başlama konusunda anlaştık ve İsrail işgaline karşı Lübnan'ın haklarını savunmak için politik farklılıkları bir kenara bıraktık.
Ayrıca ABD hükümetinden gelen yardım paralarını kabul etmemek konusunda da anlaştık - birçok mülteci zaten böyle yardımları geri çevirdiklerini gösterdiler. Tüm ABD yardım kuruluşlarına, eğer buradaki işlerine devam etmek istiyorlarsa İsrail'in saldırılarını açık bir şekilde kınamalarını söylüyoruz.
Direniş ve radikal politikaların yeni yüzü, geçtiğimiz pazar Beyrut'un merkezindeki BM binasının önünde büyük bir gösteriyle sokaklardaydı.
Gösteri tüm politik partilerin gençlik kolları tarafından kurtarma güçlerinde herkesin katılımıyla, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Beyrut'u ziyaret etmesini protesto etmek amacıyla çağırıldı.
Pazar sabahı İsrail'in Kana'daki katliamının haberi geldi. Öğlen herkes protestoların düzenlendiği şehir merkezindeki meydana gelmeye başladı. Eylemdeki çoğu insan ya burada mülteci olarak bulunuyordu ya da Beyrut'taki kurtarma güçlerinde yer alıyordu.
BM binası bu meydanın hemen karşısında yer alır. İnsanlar meydana ulaştığında, bazı göstericiler binanın bulunduğu tarafa geçerek orada eylem yapmayı ve binaya girmeye çalışmayı düşündü.
İnsanlar BM'ye çok öfkeli. Geçen hafta acil kurtarma koordinatörü Jan England, direnişi "sivillerin arkasına saklanmak" la suçladı. İnsanlar bu sözleri, sivilleri nişan alan İsrail'e bu adamın bir özrü olarak gördü.
Bize göre BM, insani problemleri ciddi bir şekilde ele almak bir yana, bölgesel politikacılarla lojistik konular ve rüşvet üzerine pazarlıklar yapıyor. İnsanlar bundan bıktı.
Biz aynı zamanda BM'den İsrail'in şiddetine karşı açık bir tutum görmek istiyoruz. Bu da bir güvenlik konseyi kararı anlamına geliyor. Hepimiz biliyoruz ki Kofi Annan'ın sözleri hiçbir anlam ifade etmiyor.
Lübnan Başbakanı Fuad Siniora'nın Rice'a telefon ederek burada hoş karşılanmayacağını söylemesi oldukça önemliydi.
Öfke
Hükümet, aşağıdan gelen baskıyla ve aynı zamanda Hizbullah'ın ve parlamento sözcüsü gibi diğer politikacıların baskısıyla tepki gösteriyor.
Herkes hükümeti açık bir tutum almaya ve kendisini ABD'den uzak tutmaya çağırıyor. Michael Aoun'un Özgür Yurtsever Hareket'i de dahil olmak üzere bazı politikacılar bir 'ulusal birlik hükümeti' ihtiyacından söz ediyor.
Fakat şimdilik Hizbullah, hükümeti istifaya çağırmaya gönülsüz. Şii-Sünni bölünmesi konusunda çok dikkatliler ve mezhepsel konular üzerinde oynu-yorlarmış gibi görünmek istemiyorlar.
Ayrıca görüyoruz ki ABD yanlısı sağ kanat politik güçler gittikçe marjinalleşiyor. Ve bu topraklarda herkes dayanışma çerçevesinde düşünüyor ve davranıyor.

 

Büyük Ortadoğu Projesi'nde Dönüm Noktası

Cem Uzun

İSRAİL’İN Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'a yaptığı saldırılar, ABD ve müttefiklerinin Afganistan ve Irak işgallerinin bir parçasıdır ve Suriye ve İran'a saldırma hedeflerinden bağımsız düşünülemez. İsrail'in Lübnan'a saldırısı emperyalist planları dahilindedir. Bush ve Blair bu planın ayrıntılarını oluşturamamış olabilirler, ama İran ve Suriye'ye saldırı hedefleri Lübnan'daki çatışmanın sonucuna artık doğrudan bağlanmıştır. Afganistan ve Irak'ın onlar için bir bataklığa dönüşmesi nedeniyle de pis işlerini yaptıracak bir taşerona ihtiyaçları var. İsrail'in artan saldırganlığı Büyük Ortadoğu Projesinin asıl hedeflerinin refah, barış ve demokrasi olmadığını da bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.
Kanlı tarih
Süreci anlamak için Lübnan'ın yakın tarihine de bakmak gerekiyor. Lübnan, nüfusun çoğunluğu Hıristiyanlardan oluşacak şekilde Fransız emperyalizmi tarafından kurulmuştu. Lübnan'ın yakın tarihini Filistin'inkinden ayıramayız. Geçmişte İsrail'in katliamlarından kaçan Filistinliler, Ürdün'e ve Lübnan'a gitti. En yoksul Filistinliler mülteci kamplarında sıkışıp kaldılar. Her iki ülkede de Filistinliler nüfusun önemli bir kesimini oluşturuyorlar.
Yoksul Filistinliler, Lübnan solunun doğal bir ittifakıydı. Sağ Hıristiyan güçlerin Filistin kamplarına saldırmasıyla çok sayıda Filistinlinin ölümüne neden olan bir iç savaş yaşandı. Çoğunluğunu Suriyeli askerlerin oluşturduğu bir Arap Savunma Gücü 1976'da Lübnan'ı işgal etti. Batı desteğiyle yapılan bu işgal iç savaşta Hıristiyanları destekleyen bir müdahaleydi.
Çok uluslu güç sivilleri korumadı
1970'de Filistin Kurtuluş Örgütü liderliği Lübnan'a sürüldü. İsrail ise etnik temizliği kendi sınırları dışına taşımaya yöneldi. Üç yıl süren çatışmalardan Ariel Şaron, Lübnan'ı Beyrut'a kadar işgal etme ve FKÖ'yü yok etme planını başlattı. ABD, Fransa ve İtalya askerlerinden oluşan çok uluslu bir güç 11 bin FKÖ üyesini Lübnan'dan çıkardı. Kadınlar ve çocuklar geride bırakıldı. Bu çok uluslu güç sözde Filistinli sivilleri koruyacaktı, ama bunu güvence altına almadan çekildi. İsrail de Hıristiyan Falanjist milislerini göndererek Sabr ve Şatilla kamplarında bulabildikleri bütün Filistinlileri öldürdüler.
Bu katliamdan sonra çok uluslu güç yeniden gönderildi. 1983'te bir intihar saldırısının 300 ABD askerini öldürmesi sonucu ABD çekildi. Sur'daki bir patlama da İsrail ordusu karargahını yok etti. Bunlar Hizbullah'ın liderlik ettiği direniş hareketinin başlangıcının habercisiydi.
Şii Emel örgütünden ayrılarak kurulan Hizbullah'ın 17 yıl boyunca sürdürdüğü mücadele sonucunda İsrail ve Güney Lübnan Ordusu Lübnan'dan atıldı. Güney Lübnan Ordusu halen K. İsrail'de bulunmaktadır. Hizbullah'ın bu savaştaki başarısı Güney Lübnan'daki yoksul kesimler arasındaki derin köklerine dayanıyordu.
Geleceğimizi etkileyecek
Sosyalistler olarak Hizbullah'ın İslamcı politikalarını desteklemiyoruz. Suriye ve İran hükümetinin politikalarını da desteklemiyoruz. Taliban ve Saddam Hüseyin hükümetlerini de hiçbir zaman desteklemedik. Ancak ABD ve İngiltere'nin bu çatışma ve savaşlardaki galibiyetinin sadece Ortadoğu'da değil, Venezüella, Bolivya ve tüm dünya da yenilgiye neden olacağını biliyoruz.
Ortadoğu'yu emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırmaya çalışanlara karşı direnenlerin yanında taraf tutmamız gerek. Bu Hamas, Hizbullah ve Irak direnişidir. Çatışan taraflar arasındaki fark konusunda net olmamız Lübnan'a çok uluslu bir sözde barış gücünün gönderilmesi söz konusu olduğunda çok daha önemli olacaktır.
'Barış Gücü'nün ne anlama geleceği konusunda herhangi bir şüphesi olan Olmert'e bir kulak versin; Olmert'e barış gücünde Alman askerlerini tercih edip etmeyeceği sorulduğunda "Onlar bize niye ateş etsin ki. Barış gücü bizi savunmak için gelecek!" dedi.
Bu mücadelenin gidişatı geleceği belirleyecek. Biz bir fark yaratabiliriz. Savaş karşıtı hareketler, bölgeye dışardan orduların müdahale etmesini engellemek için mücadele etmelidir.

 

İsrail şiddetinin kökleri

Tony Cliff

Filistin'deki deneyimlerimi gözden geçirdiğimde, bugünkü dehşetin, o günkü küçük olaylardan başlayarak nasıl serpilip geliştiğini görebiliyorum. Annem ve babam siyonist öncülerdendi, sayıları ancak birkaç bini bulan siyonistlere katılmak için 1902'de Rusya'dan Filistin'e göçmüşlerdi.
Bir siyonist olarak büyüdüm, ama o zamanlar siyonizmin şimdiki gibi çirkin bir yüzü yoktu. Yine de siyonistlerle Araplar arasında esaslı bir çatlak her zaman vardı. Bu aynı çatlak siyonistleri geldikleri ülkelerdeki sıradan insanlardan da ayırıyordu. 19. yüzyıl Rusyası'nda Çar II. Alexander 1891'de öldürüldü. Ertesi yıl Rusya'daki aşırı sağcılar Yahudilere karşı planlı bir katliam düzenledi. Sosyalist Yahudiler buna, Çarlığa ve sağa karşı birlikte mücadele çağrısında bulunarak tepki verdiler.
İkinci tepki ise siyonizmdi. Siyonistler, "Yahudiler kendilerinden başka hiç kimseye güvenemez" diyerek Filistin'e gitmeye başladılar. Arap topraklarını, çoğunlukla buralarda yaşayanları kovarak, ele geçirmeye başladılar, binlerce işsiz Arap'a karşı sistematik bir ayrımcılık uyguladılar. Araplar nüfusun en az yüzde 80'ini oluşturmasına karşın, okulumda tek bir Arap yoktu. Babam bana "Bir Arap'a ancak silahla nişan alarak bakılır" derdi.
Emek ve ürün
Siyonistler kendi sendikaları olan Histadrut'u ve "Yahudi emeğini", "Yahudi ürünlerini" savunmak için iki fon oluşturdular. Bu fonlar, Arapların Yahudi işyerlerinde çalışmasını ve Arap ürünlerinin Yahudi pazarına girmesini engelleyecek muhafızların örgütlenmesi için kullanıldı. 1944'te Tel Aviv pazarının yakınında yaşıyorduk. Bir sabah eşim genç bir adamın pazarda satıcı kadınlara yanaşıp bir şeyler söylediğini gördü. Bazılarına dokunmadı, bazılarınınsa sebzelerinin üstüne gazyağı döktü, yumurtalarını kırdı. Güney Afrika'dan henüz yeni gelmiş olan eşim "Ne oluyor?" diye sordu. Olanlar basitti. Adam ürünlerin Yahudi ürünü mü, Arap ürünü mü olduğunu kontrol ediyor ve Arap olanları yok ediyordu. O sıralarda bu tür davranışlar henüz nadirdi ve bazı siyonistler hâlâ solcu bir dille konuşuyordu. Siyonist yayıncılar Lenin'in, Troçki'nin kitaplarını basıyordu örneğin. Ama Arap düşmanlığı önemini her zaman korudu. Sözde sosyalist kolektif çiftlikler olan 'Kibbutz'lara hiçbir zaman tek bir Arap katılmadı. Yahudilerin sahip olduğu toprakların çoğu Yahudi Ulusal Fonu'na aitti; fonun tüzüğü ise Arapların mülk sahibi olmasını yasaklıyordu. Arap nüfus topraklarından kovuldu. Filistin'i 1946'da terk ettiğimde, nüfusu 300.000 olan Tel Aviv'de bir tek Arap yoktu.
Kiralık siyonistler
Araplarla siyonistler arasında açık düşmanlık vardı. Desteğe ihtiyacı olan siyonistler Filistin'e egemen olan emperyalistlerin yardımını bekliyorlardı. İngiltere 1917'de Filistin'i işgal ettiğinde, siyonistler İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour'a yazdıkları mektupta, Filistin'de siyonistlerin güçlü olmasının İngiltere'nin çıkarına olacağını anlattılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında, ABD'nin özellikle Ortadoğu'da ana emperyalist güç olduğu anlaşılınca, siyonist liderler dikkatlerini Washington üzerinde yoğunlaştırdılar. Siyonistler satılık değilse de, her zaman kiralık olmuşlardır. Siyonizmin mantığı, yani ister Rusya'da veya Polonya'da, ister Filistin'de Yahudi olmayan halktan ayrı durma, emperyalizme bağımlı olmasını getirmiştir. Nazizmin yükselişi de önemli bir unsur olmuştur. Alman büyük sermayesi Hitler'i, Yahudilerden korktuğu için değil, Alman işçi sınıfından korktuğu için desteklemiştir. Hitler'in kurbanları hem Yahudiler, hem Alman işçiler olmuştur. Alman işçileri 1933'te kitlesel bir mücadele vermeden Hitler'e yenildiğinde, siyonizm çok güçlendi. Almanlara duydukları güveni yitiren Yahudilerin bir siyonist devleti tek çare olarak görmesi normaldi.
Filistin'de ise siyonist vahşet yükseliyordu. 1948'de ilân edilen İsrail devleti, yüz binlerce Filistinliyi yurtlarından süren bir terör kampanyasıyla gerçekleştirildi. Devlet, Der Yasin köyünde 240 sivilin katledildiği 'sınırlı' bir katliamla doğdu. Erkekler, kadınlar ve çocuklar boğazlandı, bazıları canlı canlı köydeki kuyulara atıldı.
Bedel
Araplar o günden bu yana bedel ödemek zorunda kalan tek halk değil. İsrail'in sürekli müttefik arayışı, dünyadaki en gerici rejimlere askeri malzeme sağlayan bir ülke haline gelmesine yol açtı.
Kimileri baskının her zaman ilerlemeye yol açtığını iddia eder. Yahudiler korkunç baskı ve zulüm gördü, ama bu, onların ilerici veya devrimci olmalarını garantilemedi. Gerçekte, zulüm güçsüzlükle birleşince gericiliğe yol açar. Siyonizm, Rusya'daki devrimci güçlerden tutun Ortadoğu'daki anti-emperyalist güçlere kadar tüm ilerici güçlerden ayrı durmak anlamına geldi.
İsrail'in eski başbakanı Begin'in 1930'lardaki örgütü İrgun'un üyelerinin Hitler selamı verdiğini ve kahverengi gömlekler giydiklerini anımsıyorum. 1935'te, bir gün siyonistlerin sivilleri öldüreceğine asla inanamazdım, Araplara karşı ayrımcılık yapıyorlardı, hepsi o kadar. Ama günümüzün acımasız dünyasında çatlaklar büyüyor ve Yahudilerin ayrı duruş mantığı Lübnan'da gördüğümüz dehşet görüntülerine yol açıyor. Bu vahşet siyonizmin mantığında var. Arap işçi sınıfı, Ortadoğu'da siyonizmi durduracak ve emperyalizmi yenecek tek güç. Mevcut devletlerin hiçbiri bunu yapamaz.

 

Kanlı Secere

- 1917'de İsrail İngiltere'yle, Filistin'de Yahudi bir devlet kurulmasına izin veren Balfour Deklarasyonu'nu imzaladı.
- 1936'da siyonist milisler Filistinli işçilerin grevini beş bin Filistinli öldürerek bastırdı.
- 1939'a kadar 20 bin Filistinli öldürüldü ya da yaralandı.
- 1946'da siyonistler King David Oteli'ni vurdu. 91 İngiliz, Arap ve Yahudi hayatını kaybetti.
- 29 Kasım 1947'de BM, Filistin topraklarının %50'sini, nüfusun %30'unu oluşturan Yahudilere verilmesini öneren bölünme anlaşmasını imzaladı.
- 1948'de İsrail Filistinlilere karşı etnik temizliğe girişti.
- 9 Nisan 1948'de siyonist Irgun çetesi Deir Yassin köyüne saldırdı. Birkaç saat içinde 400 nüfuslu köyde 300 kadar insanı katletti.
- 14 Mayıs 1948'de İsrail devleti kuruldu.
- 1 Haziran 1948'e kadar İsrail 180 köy ve kasabayı tahliye etti. 391 bin kişi mülteci durumuna düştü.
- İsrail ancak Ocak 1949'da ateşkes ilan etti. Bu sırada Filistin topraklarının % 80'ini ele geçirmişti. Yaklaşık 1 milyon Filistinli topraklarından atıldı.
- 1967'deki Altı Gün Savaşları'yla İsrail yayılmaya devam etti. Yüz binlerce Filistinli kendini tekrar işgal altında buldu.
- 1982'de İsrail FKÖ'yü ortadan kaldırmak ve Filistin'deki direnişi kırmak için bu kez de Lübnan'a saldırdı. Lübnan'daki mülteci kamplarında binlerce Filistinliyi öldürdü.
- 1987'de Birinci İntifada başladı. On binlerce Filistinli hapse atıldı. 3 yıllık bir direnişten sonra intifada bastırıldı.
- 1993'te Oslo Anlaşması imzalandı. Ancak süreç İsrail'in Batı Şeria'yı işgal etmesine dönüştü. İsrail'in Batı Şeria'daki nüfusu 7 yıl içinde 100 binden 200 bine çıktı. 3 milyon Filistinli mülteci için herhangi bir çözüm üretilmezken 1997-2000 arasında Filistinli mülteci sayısı %10.5 arttı.
- 2000'de Ariel Sharon'un El Aksa Camii'ne gitmesi İkinci İntifada'yı başlattı. 2001 yılında Sharon İsrail başkanı seçilirken, İsrail daha da vahşi bir tutum içine girdi. F-16 uçakları Filistin şehirlerinin üstüne 3 ton bomba yağdırdı. 29 Mart 2002'de yüzlerce İsrail tankı Batı Şeria'daki köy ve kasabaları işgal etti.
- 12 Temmuz 2006'ya geldiğimizde İsrail bir kez daha Lübnan'ı işgal etti. Bir ayda 1200'den fazla Lübnanlıyı katletti, Beyrut'u yerle bir etti.

 

"Hizbullah, siyonist teröre karşı mücadele etmekte haklıdır"

İngiltere’deki savaş karşıtı hareketin önemli temsilcilerinden, Respect Koalisyonu’nun milletvekili George Galloway:
"Savaş karşıtı hareket çok net bir tutum almalıdır. Barış taraftarı olmak demek adaletten yana olmak demektir. Adaletsiz barış olmaz. Adaletten yana olmak demek adaletsizliğe karşı tutum almak demektir. İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesi devasa bir adaletsizliktir.
Bu adaletsizliğe karşı direnenlerle tutum alıyorum. Bu direnişe Hizbullah liderlik ediyor. Bu direnişi, Hizbullah ulusal direniş hareketini ve lideri Hasan Nasrallah'ı yüceltiyorum."

 

sayfa başına dön


 
gazete arşivine git