Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Emperyalist Dünyada Türkiye

Türkiye, coğrafi konumundan dolayı Soğuk Savaş yıllarında Batı’nın savunmasında “ileri karakol” rolü üstlenmişti. NATO’nun önemli bir ülkesiydi. Soğuk Savaş döneminde savunma hattı olarak lanse edilen NATO ittifakı, şimdi açıkça Batı’nın saldırgan genişlemeci politikalarının bir aracı olarak kullanılıyor. NATO’nun genişleme çabası Orta Doğu’ya ek olarak Orta Asya ve Balkanları da emperyalist rekabet alanı haline getiriyor.

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ardından “ileri karakol” rolünü yitiren Türkiye için ilk kapı ABD’nin Irak’a müdahalesi sırasında açıldı. Türk egemenleri “bir koyup üç alma” hevesiyle ABD’nin saldırı üssü olmayı kabul ettiler. Orta Doğu’nun korsan ülkesi ABD’nin azgın bekçi köpeği İsrail’le ilişkileri güçlendirdiler. İran 1979 devrimi sonrasında, Irak ise 1980’lerin sonlarında ABD’nin çıkarlarıyla çatışmaya başlayınca Türkiye’nin ABD için bölgedeki önemi arttı.

Türkiye, bir yandan da SSCB’nin dağılması sonrasında bağımsızlığa kavuşan ve geniş petrol kaynaklarına sahip olan Orta Asya ülkelerine sıçrama tahtası oldu. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) toplantısının İstanbul’da yapılması bir tesadüf değil. Türkiye’nin bölgede “kilit ülke” olduğu düşünülüyor. Güneydoğu Anadolu bölgesine doğuyu hedef alan kalıcı füzelerin konuşlandırılması tartışılıyor.

Türkiye’yi emperyalizmin bölgedeki bir maşası olarak görmek doğru değil. Türk yönetici sınıfı artık sadece bir “ileri karakol” olmak değil “ana üs” olmayı hedeflemekte.

Türkiye, bu amacına ulaşabilmek için büyük bir istekle Körfez ve Kosova savaşlarında taraf oldu. Azerbeycan’daki darbe girişimi ve Çeçen isyancılara verdiği destekle bölge ülkelerin içişlerine doğrudan müdahale edebileceğini gösterdi. Bölgedeki konumunu sağlamlaştırmak amacıyla silahlanmaya büyük kaynak aktararak ordusunu modernize etti. Küçücük bir kayalık için Yunanistan’la savaş riskini göze aldı. Kıbrıs’ı 25 yıldır işgal altında tuttu ve adayı kirli işlerini çevirdiği devasa bir gazinoya çevirdi. Güneydoğu’da yaklaşık 17 yıldır “düşük yoğunluklu” bir içsavaş sürdüren Türkiye, Suriye’yi Fırat’ın suyunu kesme ve işgal etme tehditleriyle dize getirdi. PKK izi sürüyorduk diyerek İran’ın dahi hava ve toprak sahasını ihlal ederek iki İranlı askeri öldürdü. Onbinlerce askerle girip çıktığı Kuzey Irak’ta ise adeta askeri üs kurdu.

Son on yılda yaşananlardan birkaç örnek bile Türkiye’nin emperyalizmin bir sömürgesi ya da uşağı değil dünya emperyalist sistemi içinde yayılmacı ve zorba bir alt-emperyalist ülke olduğunu açıkça gösteriyor.

Türkiye tabii ki ABD değil. Sömürü ve rekabete dayanan bu sistemde bir askeri ve ekonomik hiyerarşi var. Bir Numara ABD. Türkiye ise hiyerarşinin daha alt basamaklarında yeralıyor. Türk egemen sınıfı bu hiyerarşi içinde daha üst basamaklara tırmanabilmek için her türlü yöntemi kullanıyor.

Türkiye sermayedarlarının uluslararası rekabeti için emperyalizmin “ana üs”lerinden biri olma tercihi işçi sınıfının çıkarına değildir. Biz bölgenin jandarması, uluslararası sermayenin istasyonu, diğer ülkelere yönelik bir tehdit unsuru olmak istemiyoruz. Biz barışın temsilcisi olmak istiyoruz. Ülkeler arasında büyüğün küçüğe füze ve tank namlusu gösterdiği hiyerarşik emperyalist ilişkiler değil eşit ilişkiler istiyoruz. Doğal kaynaklar üzerinde rekabet savaşları değil ihtiyaca göre paylaşım istiyoruz. Kaynakların dağılımını üretenlerin kontrol etmesini istiyoruz.

Ancak bilmeliyiz ki bu isteklerimizi kâr, rekabet ve sömürüye dayanan kapitalizmin içinde elde edemeyiz. Kapitalizmin önceliklerini sorgulamadan “IMF’ye hayır” demek yetmez. Hiçbir devletin dünya kapitalizminin gereklerine sırtını çevirip kendi yağında kavrulamayacağı bir sistemde yaşıyoruz. Sorunların ulusal düzeyde çözümü mümkün değil.

Emperyalizme esaslı bir darbe vurmak istiyorsak Türkiye’deki kapitalist sisteme karşı “uluslararası sosyalizm” şiarı ile mücadele etmek zorundayız. Kapitalist rekabetin uluslararası arenada sürdürülmesi olan emperyalizme karşı kendi patronlarımızla omuz omuza mücadele etmemiz mümkün değildir. Müttefiklerimiz “işbirlikçi olmayan sermaye” ya da “küçük işletme sahibi emekçiler” değildir.

Emperyalizme karşı mücedeledeki gerçek müttefiklerimiz yıllardan beri özelleştirmelere karşı çetin ve başarılı bir mücadele yürüten, Clinton’a sıcak bir karşılama töreni hazırlayan Yunan işçi sınıfı, Üçüncü Dünya Ülkeleri borçlarının IMF tarafından silinmesi için mücadele eden İngiliz, Alman, Amerikan işçi ve öğrenci kardeşlerimizdir.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 11; Aralık 1999

'Avrupa Birliği' sayfasına dön
sayfa başına dön