Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Euro Savaşları: Kim Esnekleşecek?

ABD’nin dev dış ticaret açığını nedeniyle Doların değerini düşü(rül)mesi ve Euro’nun fırlaması küresel rekabetin “deliliğini” bir kez daha ortaya koydu. Aşağıda özetlemeye çalıştığımız Euro’nun gelişimi ise küresel rekabetin nasıl işçi sınıfının sırtından yürütülmek istendiğini gösteriyor. Genel grevler ve devasa gösteriler düzeyinde süren mücadeleler ise Avrupa egemenlerini “esnekleştirerek” Euro-cephesinde bir gedik açtı...

Bir başka Vietnam Sendromu

Avrupa egemenlerinin emek haklarına bir saldırı cephesi olan Euro, Vietnam savaşının ürünüdür!

ABD’nin Vietnam’da karşılaştığı direniş ve dünya çapındaki savaş karşıtı mücadele sonucu bataklığa saplanması doları istikrarsızlığa itip Alman Mark’ını (DM) dünya piyasalarında yükselişe geçirmişti.

1970’lerin başındaki petrol krizlerinin etkileri ve ABD’nin uluslar arası para sistemini çökerten politikaları nedeniyle DM daha da yaygınlaşmış ve özellikle Avrupa’da referans döviz durumuna gelmişti. Böylece Alman Merkez Bankası’nın uluslar arası para politikalarındaki konumu, 1970’lerin ortasından itibaren güçlenmişti.

Bu gelişme Almanya ile ekonomik rekabet savaşları yaşayan Fransa açısından sıkıntı yarattı. (AB’ye dönüşen sürecin ilk adımı olan Kömür-Çelik Antlaşması’nın Almanya ve Fransa arasında oluşturduğu çıkar birliği, ülkeler arası kapitalist rekabetin ortadan kalması anlamına gelmedi ve halen de gelmiyor.)

Rekabet ürünü

Fransa, Avrupa’nın kalıcı bir DM Bölgesi olmasını engellemek üzere Avrupa Para Birliği (APB) Projesini yürüttü. Proje, dolardaki istikrarsızlaşma belirtileri üzerine 1970’de Lüksembourg Başbakanı Pierre Werner başkanlığında üst düzey bir çalışma grubu tarafından hazırlanmıştı.

Alman egemenlerinin, DM’den vazgeçip Avrupa Para Birliği’ni kabul etme nedeni olarak ise bu adımın “Almanya’nın motor gücü olacağı bir Federal Avrupa oluşumuna hız verecek” olması gösteriliyor. (Dönemin Başbakanı’nın Sosyal Demokrat Helmut Schmidt idi.)

Amerika, Japonya ve Avrupa arasındaki rekabetin bir aracı olarak tasarlanan Euro 1999’dan itibaren mali transferlerde kullanılmaya başlandı ve 1 Ocak 2002’de 11 ülkede tedavüle girdi.

Resmi açıklamalar, Avrupa Para Birliği ve sonucu olan Euro’nun mal ticaretini özendireceği, sermaye piyasalarını güçlendireceği ve yılda 30 milyar Euro değerinde bir tasarruf sağlayacağı yönündeydi. Bu şekilde de Avrupa’nın dünya ekonomisi içindeki konumu Amerika ve Japonya karşısında güçlenecekti.

Sıkı para, esnek emek

Ancak “Maastrichet Antlaşması”, “Avrupa Para Birliği’ne katılım” ve üyeler için geçerli olan “İstikrar ve Büyüme Antlaşması” koşulları bir başka yöne daha işaret ediyor. Bu koşullara göre, APB ülkelerinin bütçe açıkları Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 3’ünü, borçlar da yüzde 60’ını aşmayacak. Süreç içinde de bütçe açıkları yüzde 1’e indirilecek. Faiz oranları ise bağımsız Avrupa Merkez Bankası tarafından belirlenecek.

Monetarizm (parasalcılık) denilen para politikaları ile kemerlerini sıkması beklenen ise işçi sınıfıdır.

Sermayenin gazetesi Financial Times (20 Nisan 1998), APB’nin Anglo-Saxon tarzı kapitalizmin gelişmesine neden olacağını vurguladı. Vahşi Kapitalizm olarak da adlandırılan Anglo-Saxon tarzının nasıl gelişeceği konusunda ise Financial Times, Birliğin para politikalarının bir cendere olduğunu ve gerekli esnekliğin emek piyasalarında sağlanacağına dikkat çekti.

Bunun anlamı, eğitim sağlık gibi temel hizmetlere daha az kaynak ayrılması, sosyal güvenliğin tırpanlanması, hizmetlerin özelleştirilmesi, emeklilik yaşının yükseltilmesi, iş-güvencesinin ortadan kaldırılması, hiçbir sosyal hakkın tanınmadığı part-time işlerin yaygınlaşması, çalışma saatlerinin arttırılması, ücretlerin düşürülmesi ve sendikasızlaştırmadır.

Başarı önceliği

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Willem Duisberg 5 Kasım 1999’da yaptığı bir konuşmada, emek piyasalarının esnekleştirilmesini Euro’nun başarısı için öncelikli bir gereklilik olarak gösterirken, girişimciliğin özendirilmesi için kuralların esnekleştirilmesi ve su, elektrik gibi kamu hizmet kurumlarının rekabete açılmasını yani ticari esaslara göre (kar için) çalışan işletmelere dönüşmesini öneriyordu.

Financial Times’in Euro’nun 1999’dan itibaren mali işlemlerde kullanıma girmeden yaptığı öngörü akademik araştırmalar tarafından da desteklendi.

Berlin Humboldt Üniversitesi’nden Michael C. Burda’nın 1999’da Avrupa Ekonomi Politika Araştırma Enstitüleri Ağı dahilinde Alman Merkez Bankası için hazırladığı rapor, “Avrupa Para Birliği emek esnekliğini arttıracak” diyordu.

Birlik adına?

İki yıl sonra İtalya’nın Turin Üniversitesi’nden Giuseppe Bertola ve Bocconi Üniversitesi’nden Tito Beori’nin hazırladığı bir başka rapor ise, “Emek piyasası reformları Avrupa Para Birliği ülkelerinde daha yaygın hale geliyor. Bunların çoğu sosyal güvenlik sistemlerinin bonkörlüğünü azaltıyor ve emek piyasalarını de-regüle ediyor (kuralsızlaştırıyor)” tespitinde bulundu.

OECD’nin Temmuz 2004 tarihli raporu ise Euro Bölgesi’nin en iyi performans gösteren OECD ülkelerinden geri kaldığı ve farkın giderek arttığı tespitinde bulunduktan sonra alınması gereken önlemlerin başında emek kaynaklarının daha iyi kullanılması ve verimliliğin (yani sömürünün) arttırılmasının gereğinden bahsediyor.

Özetle, Avrupa egemenleri Euro’ya geçişin ve uluslar arası rekabetin maliyetini yine işçilere yüklemek istiyorlar. Avrupa işçi sınıfının 150 yıllık mücadele ile kazandığı haklarından Avrupa’da “birlik” ve “ortak para birimi” adına vazgeçmesi bekleniyor.

Hava döndü

Michael C. Burda, raporunda Avrupa’da sendikal hareketin ülke sınırları dahilinde çalıştığını ve Avrupa Para Birliği genelinde mücadele yürütemeyeceğini, sendikaların zaten zayıf olduğunu ve bu şekilde daha da zayıflayacağını iddia ederek emek esnekliğinin sürece yayılması üzerinde duruyordu. Ve bir uyarıda bulunuyordu: “Hükümetlerin emek esnekliği için fazla ittirmesi tepkilere neden olabilir!”

Burda’nin bunları yazarken 1995’de Fransız işçi sınıfının Başbakan Juppe’nin devasa kesinti programına karşı verdiği ve ülkeyi felç eden başarılı mücadeleyi mi göz önünde bulundurduğu bilinemez ama Avrupa işçi sınıfı, egemenlerin açtığı cephede mücadele etti ve etmeye devam ediyor.

1999-2002 sürecinde Euro’ya olumlu yaklaşan ve hatta Euro’nun kabul edilmesi için kampanya yapan Avrupa sendikal hareketi, APB’nin ifade ettiği saldırı karşısında harekete geçti.

1999’da Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü somutunda kapitalizme karşı yükselen mücadele, Afganistan ve Irak Savaşı’na karşı milyonları kapsayan hareket dünyada bir hava değişikliğine neden oldu. Bu hareketler Avrupa Birliği ve Euro Bölgesi özelinde liberalizasyon, emek esnekliği, işten çıkarmalar, bütçe kesintileri ve genel olarak hak kaybına karşı sınıf mücadelesine güç kattı, hatta yer yer tetikledi.

Bütçe kesintilerine, emeklilik reformlarına, özelleştirmelere, düşük ücretlere, işten atmalara, sosyal güvenlik kesintilerine karşı Fransa, İspanya, İtalya, Yunanistan’da genel grevler düzeyine ulaşan, Avusturya ve Hollanda’da İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük grev ve gösterilerinin yaşandığı mücadele süreci, “İstikrar ve Büyüme Antlaşması”nı deldi. Almanya’da uzlaşma politikalarını rafa kaldırttı.

Fransa’da emeklilik “reformu” mücadelesinin (şimdilik) kaybedilmesine rağmen mücadelelerin birleşik etkisi hükümetlerin istedikleri düzeyde bütçe kesintisi yapmalarının önüne set çekti.

Sıkı mücadele, esnek antlaşma

Başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa Para Birliği üyesi ülkelerin önemli bir kısmı kendi aralarında yaptıkları İstikrar ve Büyüme Antlaşması’na uyamaz durumdalar. Dolayısıyla yine kendi kendilerine koydukları Maastricht kesinti kriterlerini de yerine getiremiyorlar.

Avrupa Konseyi’nin İstikrar ve Büyüme Antlaşması’nı 2005 Bahar aylarında gözden geçireceği açıklandı. Avrupa Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Jean-Claude Trichet, “sakın hükümleri gevşetmeyin” şeklindeki, Komisyon Başkanı Barroso’nun da “büyük değişiklikler yapılmayacağına” dair açıklamalarına rağmen Almanya ve Fransa’ya karşı öngörülen cezaların uygulanamaması bile Antlaşma’daki deliğin ciddiyetini ortaya koyuyor.

Sınıf hareketinin ilk dönemde Euro’ya ılımlı yaklaşımının bedeli ağır oldu (bk. ülke verilerine). Ancak sınıf hareketi, Avrupa egemenlerinin umdukları gibi, ölmeye mahkum bir dinozor değil; yeniden pozisyon alabilen bir güç.

APB ve genel olarak AB ne hüküm getirirse getirsin evrensel olarak geçerli olan şey “Tarihin sınıf mücadeleleri tarihi” olduğudur.

Almanya

Almanlar yaşanan fiyat artışlarından dolayı Euro’ya “teuro” adını taktı. (teuer=pahalı). Tüketici kuruluşları ve Merkez Bankası bunu doğrulayarak fiyat artışlarının özellikle hizmetler sektöründe yaşandığını belirtiyorlar.

Euro’nun tedavüle girmesinden sonra çok sayıda şirket batarken yüz binlerce işçi de işsiz kaldı. 2003’de 400 bin işçi işsiz kalırken 44 bin şirket battı. Hükümet ise işsizliğin 2005 sonunda kadar artmaya devam edeceğini tahmin ediyor. 2005 yılında Telekom’dan 42 bin, Siemens’den 16 bin, posta hizmetlerinden 15 bin Dresdner Bankası’ndan 10 bin işçinin işten atılacağı açıklandı.

Almanya, Avrupa Para Birliği’nde kalma koşullarını yerine getirmek için 2002 yılında 15 milyar Euro’luk bütçe kesintisi yaptı. 2006 yılına kadar 55 milyar Euro’luk kesinti hedefleniyor. Sadece sağlık hizmetlerinden 4.5 milyar Euro’luk bir kesinti yapılmak isteniyor.

Avrupa Komisyonu tarafından Almanya’da yapılan anketler, halkın sadece yüzde 34’ünün Euro hakkına olumlu düşündüğünü, yüzde 61’inin de karşı olduğunu gösteriyor. 18-24 yaş grubundaki gençler arasında Euroya karşı olanların oranı ise yüzde 73.

Avusturya

Euro’nun tedavüle girmesi üzerine işsizlik yüzde 3.6’dan yüzde 4.6’ye çıktı. Bütçe kesintisi ise 3 milyar Euro olarak belirlendi. Bununla birlikte tüketici vergileri arttırıldı.

Halkın yüzde 85’i Euro’nun fiyat artışlarına neden olduğunu düşünüyor ve yüzde 84’ü Euro’ya karşı.

Belçika

Ciddi bir ekonomik daralma yaşandı. 1999’da büyüme oranı yüzde 3.2 iken bu rakam 2003’de 0.7’ye düştü.

İşsizlik ise 2001’deki yüzde 6.7’den 2003’de yüzde 8.2’ye fırladı. OECD 2004 yılında işsizliğin daha da artarak yüzde 8.5’e çıkacağını tahmin ediyor.

Finlandiya

Finlandiya ekonomisi 2000 yılında yüzde 5.1 oranında büyüme gösterirken bu rakam 2003’de yüzde 1.5’e geriledi. Avrupa Komisyonu Euro’nun “Finlandiya ekonomisini istikrarsızlaştırdığını” itiraf etti.

Finlandiya’da zaten yüksek olan işsizlik oranı 2003’de 9.2’ye çıktı.

2002’de yapılan bir kamuoyu yoklaması Finlilerin yüzde 73’ünün Euro’nun neden olduğu fiyat artışlarından şikayet ettiğini gösterdi.

Fransa

Fransa Tüketiciler Birliği’nin (UFC) hesaplarına göre Euro’nun tedavüle girmesi ile bir ailenin alışveriş filesini doldurabilmesi için yüzde 10 daha fazla para ödemesi gerekiyor. İki yıl içinde de taze meyve ve sebze fiyatları ikiye katlanırken temizlik malzemelerinde yüzde 40’lık bir artış yaşandı. Fransızların yüzde 96’ısı Euro’nun hayatı çok pahalılaştırdığını düşünüyor.

1990’lar boyunca gerileyen işsizlik oranı 2003’de yüzde 9.7’ye yükseldi.

2000 yılında yüzde 3.8’den ekonomik büyüme oranı 2003’de 0.5’e geriledi.

Hollanda

İşsizlik oranında ciddi bir tırmanış yaşandı. 2001’de işsizlik yüzde 2.4 düzeyindeyken bu rakam 2004’de yüzde 5’in üstüne çıktı. Avrupa Komisyonu işsizliğin daha da artarak 2005’de yüzde 6’yı aşacağını tahmin ediyor.

Şirket iflaslarının son 20 yılın en yüksek düzeyine ulaştığı Hollanda’da ekonomik büyüme yüzde 1’e düştü.

Hükümet, Avrupa Para Birliği’nin koşullarını yerine getirmek için vergileri arttırırken bütçede 12.4 milyar Euro’luk bir kesintiye gitti. 2007 yılına kadar da 15 milyar Euro’luk kesinti hedefleniyor.

AB’nin istatistik kurumu Eurostat tarafından yapılan bir araştırma, Hollandalıların yüzde 94’nun Euro ile birlikte hayat pahalılığının arttığını düşündüğünü gösteriyor.

İrlanda

İşsizlik oranında hızlı bir tırmanış yaşandı. 2002’de son 14 yılın en yüksek işten çıkartmaları yaşandı. Avrupa Komisyonu işsizliğin daha da artarak 2004’de yüzde 5’i aşacağını tahmin ediyor.

ICM tarafından yapılan bir anket İrlandalıların yüzde 91’nin Euro’nun hayatı daha pahalı hale getirdiğini düşündüğü gösteriyor. İrlanda Tüketiciler Birliği de temel tüketim mallarında yüzde 5’lik bir artış olduğunu açıkladı.

Bununla birlikte İrlanda hükümeti bütçe kesintilerini sürdürüyor. Kamu hizmetleri harcamalarından yüz milyonlarca Euro kesinti yapıldı. Sadece eğitim hizmetleri için bu rakam 52 milyon Euro idi.

İspanya

İspanyollarda artan fiyatlar nedeniyle Euro’ya “redondo” adını taktılar (redondeo=yukarıya doğru yuvarlama). El Pais gazetesinin yaptığı bir araştırmaya göre Euro’nun tedavüle girdiği ilk yıl temel tüketim malları fiyatlarında yüzde 18’lik bir artış yaşandı. Et ve balık için bu rakam yüzde 30, sebze için ise yüzde 25’di.

Yüzde 10 civarında olan işsizlik ise artarak yüzde 11.5’e ulaştı.

İtalya

İtalya, Euro’nun hayat pahalılığını ciddi bir şekilde etkilediği ülkelerin başında geliyor. Eurostad’a göre, enflasyon rakamlarında pek bir değişim olmadıysa da fiyat endeksinde 12 puanlık bir artış yaşandı. Tüketiciler Birliği Altroconsumo’ya göre, Roma’da yaşayan bir ailenin giderleri 626 Euro arttı. Enflasyon ile birlikte bu rakam 985 Euro olarak hesaplandı.

2000 yılında yüzde 3 oranında ekonomik büyüme gösteren İtalya 2003’de krize girdi.

İtalya da büyük bütçe kesintilerine gitti. Sadece 2002 bu rakam 10 milyar Euro idi. Hükümet Alitalia, Seal ve Enel gibi şirketlerin hisselerini satışa çıkartarak özelleştirmelere gitti. İşsizlik yüzde 8.6’ çıktı.

Portekiz

1998’de Euro bölgesinin en hızla büyüyen ikinci ekonomisi durumundaydı. Euro’nun tedavüle girmesi ise ekonomiyi daralttı. (2003’de 0.8 küçüldü.)

Göreceli olarak düşük olan işsizlik ise hızlı bir tırmanışa geçti. 2001’de yüzde 4.1 olan işsizlik oranı 2003’de 6.4’e çıktı. 2004’de ise işsizliğin artması bekleniyor.

Bütçe açığı yüzde 3’ü aşan Portekiz, savunma bütçesinde yüzde 50’lik kesintiye gitmeyi tercih etti. Bununla birlikte tüketici vergileri yüzde 2 arttırıldı ve kamuya yeni işçi alımı durduruldu. Bir dizi kurum kapatıldı veya bir başkası ile birleştirildi.

Yunanistan

Euro’nun tedavüle girmesi ile fiyatlarda hızlı bir tırmanış yaşandı. Hükümetin açıkladığı rakamlara göre, meyve ve sebze fiyatları yüzde 95 arttı. Nüfusun 1/3’ünün yaşadığı Atina’da ulaşım fiyatları ise yüzde 50 arttırıldı.

Antikapitalist; Sayı 30; Ocak 2005


'Avrupa Birliği' sayfasına dön

sayfa başına dön