Güncelleme:
08.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Sol’un Krizine Yanıt Sol’dan Geliyor

Sermayenin küreselleşmesine karşı bir yanıt geliştiremeyen sosyal demokrasi, çalışanlar ve ezilenler üzerindeki sömürü ve baskıyı ağırlaştırıp “iktidar hedefi” ile neo-liberal gündemi içselleştirdi. Bunun reformist harekette yarattığı krize Brezilya’dan İngiltere’ye kadar tanık oluyoruz.

Sosyal demokrasinin vaat ettiği tek şeyin, neo-liberal yeniden yapılandırma çerçevesinde karşı-reformlar yapmak olması, bu işlerin esas erbabı olan muhafazakar merkez partiler ile arasındaki farkın zayıflamasına neden oldu. Sosyal demokrat partilerin geleneksel olarak işçi sınıfının “siyasi evi” olma özelliği sorgulanır hale geldi ve bir temsiliyet krizi doğdu. “Sosyal liberalizm” siyasi bir olgu olarak ortaya çıktı.

Reformizi eleştiren sosyal demokrasinin daha solundaki kesim de bu krizden muaf değil. Fransa’da 1980’lerde Sosyalist Parti iktidarından bu yana tanık olduğumuz liberalleşme, eski radikal Sol’un bir kesimini etkisi altına alarak yer yer güç kazandı. Sosyal demokrasinin boş bıraktığı alanı doldurmaya heveslenen radikal Sol’un bir kesimi de hızla “liberalizm” ile harmanlandı.

1999 sonrasında gelişen küresel hareket ve sınıf mücadelesinde tanık olduğumuz kabarışlar gerek sosyal liberalizm gerekse de liberalleşen radikal Sol üzerinde yeni yeni basınçlar ve krizler yaratmaktadır. Dünyanın birçok yerinde artık sadece adı sosyal demokrat olan çok köklü partiler çatırdarken, neo-liberalizm ve savaş karşıtı, emekten ve ezilenlerden yana yeni ve mücadeleci bir cephe açılıyor.

Bu sayfalarda reformizm ve krizi üzerinde durduktan sonra alternatif oluşumlara değineceğiz.

Reformizm Nedir?

Marks, işçi sınıfı ve fikirler konusunda ilk bakışta çelişkili gibi görülen fikirlere sahipti. Bir yandan “egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir” diyen Marks, diğer yandan da “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” der. Eğer işçi sınıfı egemenlerin fikirlerin etkisi altındaysa nasıl kendisini kurtarabilir?

Çelişki, Marks’ın fikirlerinde değil; yaşamın bizzat kendisindedir. Marks’a göre toplumdaki fikirler esas olarak günlük yaşamın ürünüdür. Marks, ekonomik alt yapının, fikirler dünyasını da barındıran üst yapıyı belirlediğini söyler.

Egemen sınıfın fikirleri okullar, medya ve aile dışında günlük yaşam aracılığıyla her gün ve her alanda yeniden ve yeniden üretilir. Hepimiz biliyoruz ki dün işe gittik, bugün de. İşten atılmazsak yarın da işe gidiyor olacağız. Bizden önce anne-babalarımız ya tarlada ya da fabrikada veya bir kurumda çalıştı. Sistemin değişmeyeceği, her şeyin “böyle gideceği” fikri her sabah güneşin doğması kadar normal ve doğal gelir.

“Böyle gelmiş böyle gider”, “daha az ücrete razı olmazsak şirket batar”, “işverenler olmasa biz nereden ekmek yiyeceğiz” gibi fikirler, üniversitelerde okutulan kalın kitaplardaki egemen ideolojinin teorilerinden daha basit görünse de burjuva ideolojisinin çok derinlere inen ifadeleridir.

Eğer başlangıçta sorduğumuz soruya tekrar dönersek, egemenlerin fikirleri etkisi altındaki işçi sınıfı nasıl olur da kendisini kurtarabilir?

Burada kritik olan nokta, kendi ideolojisini yeniden üreten kapitalist sistemin aynı zamanda sınıf mücadelelerini de üretmesidir.

Kapitalist sistemde kârlılığı sağlamak ve sürdürmek, işçilerden elde edilen artı-değere bağlıdır. Sermaye kesimi, daha fazla kâr elde etmek veya kârlılığını korumak için işçilerin yaşam standartlarına ve çalışma koşullarına saldırmak zorundadır. Sınıf mücadelesi bu ekonomik gerçeklik üzerinde yükselir ve bu mücadele içinde şekillenir.

Egemen fikirler de bu sınıf mücadeleleri sırasında kırılganlaşır. Örneğin kapitalistler sürekli “aynı gemide olduğumuzu” söylerler. Bu fikir, işçiler açısından da genel olarak benimsenir. Ancak işveren, grevcilerin üstüne polisi saldırtınca işçilerin kafasındaki “aynı gemide olduğumuz” fikri sarsılır. Diğer taraftan mücadele ile kazanım elde eden işçilerin güveni artar. Mücadelelerin güven artışı yaratması ve fikirleri değiştirmesi otomatik olarak gerçekleşmez, ama mücadele ve kazanımlar işçi sınıfının fikirlerinin değişmesini gerçekçi bir olasılık haline getirebilir.

Reformizmin Kökleri

Biliyoruz ki işveren ve işçiler arasındaki mücadeleler her işyerinde her gün bu düzeyde keskin biçimler almıyor. Dolayısıyla işçilerin çoğunluğu egemen fikirleri genel olarak benimsiyor, sorgulamıyor. Burjuva ideolojisinin temel noktalarını kabul eden işçilerin yapabileceği tek şey ise durumumuzu bir nebze iyileştirmek için mücadele etmek oluyor. Çoğumuz, toplumu bir daha geri dönülmez bir şekilde değiştiren mücadeleleri bizzat yaşamadık, “değişimin mümkün olduğuna” dair doğrudan deneyimlerimiz yok.

Reformizmin kaynağı da burada yatıyor. Bir yanda günlük yaşamın bize dikte ettiği fikirler var ve bu fikirlerin eğitim, kültür, gelenek, dinsel inançlar, sağduyu vb aracılığıyla pekiştirilmesi. Bu da yetmezse mahkemeler, cezaevleri, polis ve ordu gibi baskı araçlarının devreye girmesi. Diğer yanda ise kapitalist sistemin işçileri, işlerini, haklarını, ücretlerini korumak ve iyileştirmek için mücadele etmek zorunda bırakması. Mücadele etmek, örgütlenmek zorunda kalan işçilerin büyük çoğunluğu sistemin değiştirilemeyeceği fikrini kabul eder. Bu çelişki, reformizmin temelini oluşturur.

Sosyalistler açısından reformizm ve reformist örgütlenmelerin önemi de bu çelişkide yatmaktadır.

Lenin reformist partileri “burjuva işçi partileri” olarak tanımlamıştır. Parti politikaları, kapitalist sistemin devamlılığı üzerine kurulu olmaları nedeniyle “burjuva” iken üyeler, seçmenler ve genel olarak partiden beklentiler işçi sınıfı karakterlidir. Lenin, tam da bu nedenle sosyalistlerin reformist partilerle ilişkisine büyük önem verdi.

Örgütlü reformizmi ve onun çelişkilerini siyasi partilerde olduğu kadar sendikalarda da görürüz.

Toplumsal mücadelenin kazanım ve yenilgilerinin etkileri, işçileri ve reformist örgütlenmeleri sola veya sağa itebilir. Yine bu süreç otomatik değildir ve hem işçileri hem de reformist örgütlenmeleri birlikte ve bütünsel olarak kapsamayabilir. Ancak her ikisini de etkileyen genel eğilimler ortaya çıkabilir. Sonuçta ister parti ister sendika olsun, reformist yapılar fikirlerin mücadele içinde test edilme alanlarını oluştururlar.

Kapitalist toplum, sınırlı ve göreceli de olsa işçi sınıfı hareketine sistem içi mücadele olanakları tanımaktadır. Bu şekilde de reformist hareketlere siyasi bir alan açılmış oluyor. Ancak, daha önce belirttiğimiz çelişkilerden dolayı reformizmi ifade eden parti zaman zaman değişebilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya, Fransa, Yunanistan ve İspanya’da reformist akım komünist partiler aracılığı ile ifade buldu. Bunlar aynı zamanda sendika liderliklerini de oluşturuyordu. 1970’lere gelindiğinde daha önce küçük ve önemsiz olan bazı siyasi yapılar reformist partilere dönüştüler. Fransa’da Mitterand’ın liderliğindeki Sosyalist Parti, İspanya Sosyalist Partisi ve Yunanistan’da Papandreou liderliğindeki PASOK başlıca reformist partiler haline geldiler. İtalya Zeytin Ağacı Koalisyonu ve Yunanistan’da Sinaspismos, komünist partilerin bölünmesi sonucu ortaya çıkan yeni yapılardılar ve reformizmin taşıyıcısı haline geldiler. Bu değişimi meydana getiren sürecin motoru, sınıf mücadelesi ile parti liderliklerinin kapitalist sistem ile vardıkları uzlaşmalar oldu.

Reformist partiler bir anlamda sürekli kriz halindedirler. Kapitalizm altında yönetime geldikleri veya gelmek istedikleri için partiye oy veren işçilere vaat ettikleri reformları gerçekleştiremez hale geliyorlar. Kapitalizmin krizi derinleştikçe işçi sınıfı seçmenlerinin ihtiyaçları ile partilerin sunabileceği reformlar arasındaki açı giderek büyür. Hatta reformist partiler reform vaat etmekten bile vazgeçmeye doğru adım atmaya başlarlar.

Reformizmin krizi: Sosyal liberalizme kayış

Yaşadığımız dönemde reformizm, kapitalist sistemin yaşamakta olduğu tıkanıklığa paralel olarak derin bir kriz geçiriyor. Bu kriz kimi reformist partiyi “sosyal liberal” bir yörüngeye oturttu. İngiltere’de Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi bunun en iyi örneğidir. ABD’nin dış politikalarına verilen tam destek İşçi Partisi iktidarları için yeni bir gelişme değildir. Benzeri bir tutuma Vietnam Savaşı sırasında tanık olmuştuk. Ancak o zaman iktidardaki İşçi Partisi Vietnam’a asker göndermemişti. İşçi Parti politikaları açısından yeni olan, özelleştirmelere verilen destek, sendikalara açıktan saldırı ve sendikalar ile parti arasındaki organik bağı kopartma çabasıdır. Avrupa’da diğer reformist partiler de farklı ölçülerde sosyal liberalizme doğru kaydılar. Brezilya’da radikal reformist İşçi Partisi ve lideri Lula büyük bir coşkuyla iktidara gelmişti. Ancak kapitalizmin krizinin basıncı Lula’yı IMF ile anlaşma yapma noktasına getirdi.

Yükselen sınıf mücadelesi, neo-liberalizme kucak açan günümüz reformist partilerinin işçi sınıfı tabanına ve taleplerine sırtını dönmesi, bu partilerin solunda yeni alternatiflerin geliştirilmesine olanak veriyor. Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sol adayların aldığı oylar, Almanya’da yeni kurulan parti ve İngiltere’de Respect Koalisyonu buna birer örnektir. Brezilya’da da Lula’nın IMF ile dansı partinin sola doğru bölünmesine neden oldu.

Sosyal liberalizme kayışın bazı reformist partilerin sonunu hazırlayacağını düşünebiliriz. Ancak bu, reformizmin sonu olmayacaktır. Reformist partiler kendilerini sürekli yeniden var etmeye çalışacakları gibi sosyal liberaller de ara sıra sola doğru hamle yapmayı deneyeceklerdir. “Reformculuk” konusunda hiç bir kredisi kalmamış Tony Blair bile savaş karşıtı harekete göz kırpıyor. Blair, son G8 toplantısında “terörizme karşı savaş”tan hiç bahsetmedi. Bunun yerine “yoksulluğa karşı savaş” ve küresel ısınmanın durdulması konularına odaklandı. Neden? İngiltere’de bu yıl genel seçimler yapılacak ve Blair halkın yüzde 80’inin savaşa karşı olduğunu çok iyi biliyor.

Blair’in kendisini “Sol” gösterme çabası tabii ki içten değil. Ancak Blair’in oylarını almayı hedeflediği seçmen kitlesi, yoksullukla mücadele edilmesi gerektiği konusunda son derece içten ve ciddi. Alternatif bir Sol yaratma çabası içinde olanlar açısından ikisi arasındaki farkın yarattığı fırsatı kavramak son derece önemlidir.

Antikapitalist; Sayı 31; Mart 2005

'Dünyada Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön