Güncelleme:
15.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Bataklığın içinden yeni bir direniş filizlenirken:

Ortadoğu tarihi bize ne öğretiyor

Cem Uzun

Ortadoğu, akıl almaz fiziksel zenginliğin, bölge halklarının akıl almaz sefaletiyle bir arada durduğu bir coğrafya...

Ortadoğu halklarının hayatları dört defa lanetlendi. Önce emperyalizm onları soydu ve ezdi. Sonra Stalinizm, anti-emperyalist mücadelelerini sabote etti. Sürekli, petrolden gelen zenginliği isteyen süper güçler tarafından sefalete mahkum edildiler. Ve Arap hükümetleri her zaman emperyalizmle anlaşıp kendi halklarını sattılar.

Ortadoğu halkları cesurca mücadele etti. Ama bu kavganın tarihinin çoğu gömülüp gitti.

Sınırlar ve cetveller

Birinci Dünya Savaşını başlatan emperyalist kasaplar bu savaşı "tüm savaşları sona erdirecek bir savaş" olarak nitelemişlerdi. Tanınmış bir Ortadoğu tarihçisi olan David Fromkin ise savaştan sonraki paylaşımı "tüm barışları sona erdirecek bir barış" diye tanımlıyordu.

Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları büyük güçler arasında paylaşılınca bölgede keyfe keder çizilmiş sınırlar ve kukla yönetimler ortaya çıktı. İngiltere Mısır, Filistin ve Körfez devletlerini; Fransa ise Suriye ve Lübnan'ı aldı.

Bu uluslar 1922'den kalma yapay oluşumlardı. İngiliz subayları çöl çadırlarında otururken haritalara çizgiler çektiler ve bu yapay ülkeler arasındaki sınırlar belirlenmiş oldu. Haşimiler ve Suudi taraftarları arasındaki şimdi Suudi Arabistan olan bölgeyi kontrol etme savaşı bile aslında Haşimileri destekleyen Britanya Dışişleri Bakanlığı ve Suudi yanlılarını destekleyen Britanya'nın Hindistan Bakanlığı arasındaki çekişmeydi.

Ve petrol

Paylaşımın yapıldığı tarihte bölgede petrolün varlığı kesin olarak bilinmiyordu. ABD dışındaki büyük petrol rezervleri Burma, Rusya ve İran'daydı. Dönemin en büyük emperyalist ülkesi olan Britanya'nın amacı, bölgenin genelinde ve Hindistan yolu üzerindeki kontrolünü garantilemekti.

Nisan 1927'de Irak'ta ve 1931'de Suudi Arabistan'da petrol bulundu. Bunun üzerine 1922'de San Remo'da başlayan ve Temmuz 1928'de Ostend (Belçika)'da son bulan bir dizi anlaşma yapıldı. "Kırmızı Hat Anlaşması" denilen bu anlaşmalar, İran ve Kuveyt dışında bizim modern Ortadoğu olarak bildiğimiz bölgeyi kırmızı bir hatla çevirdi. Anlaşma, bölgedeki petrol zenginliğini İngiltere, Amerika ve küçük oranda Fransa arasında paylaştırdı.

Petrol, Birinci Dünya Savaşı'nda zaten önemli rol oynamıştı. Donanmada petrolle çalışan gemiler kömürle çalışanlardan daha hızlıydı. İngilizler Burma ve İran petrollerinin kontrolünü alarak önemli avantaj sağlamışlardı. Savaştan sonra petrol daha da önem kazanacaktı.

İşçi sınıfı

Ancak her şey emperyalistlerin istediği kadar iyi gitmedi. İngiltere, 1930'ların büyük bölümünü Kuzey Irak'ta Kürt ayaklanmalarını bastırmakla geçirdi. Bunun için, papatya bombaları, gaz ve diğer kitle imha silahlarının kullanıldığı bir şiddet politikası izlendi.

Kürt ayaklanmalarından daha önemlisi, ciddi işçi sınıfı isyanları vardı. En büyük hareketler İran, Irak ve Mısır'da çıktı. Paylaşım henüz tamamlanmadan İngilizler Mısır'da işçi sınıfı ayaklanmasıyla karşılaştı. Ocak 1919'da Wafd Partisi lideri Saad Zaghlul, Mısır'ın bağımsızlığını istediği için İngilizler tarafından tutuklanarak Malta'ya sürüldü. Kahire ve İskenderiye'deki gösteriler Nil deltası üzerindeki diğer şehirlere de yayıldı ve bir hafta içinde kitlesel grevler başladı. Sonuç olarak İngilizlerin Kahire'yle, deltayla ve Güney Mısır'la demiryolu ve telgraf bağlantısı kesildi. İngiliz Yüksek Komiseri Londra'ya verdiği raporda, isyanın "Bolşevik eğilimli" ve hareketin tüm sınıf ve yönelimlerin sempatisini kazanan, tam anlamıyla milli bir hareket olduğunu söylüyordu.

Mısır işçi sınıfı halen Ortadoğu'nun en büyük işçi sınıfı. 1937'de bile Mısır'da yaklaşık 700.000 işçi vardı. Savaş sırasında üniforma ve diğer ordu malzemeleri için kullanılmak üzere Mısır'dan gelen pamuğa ve diğer işlenmiş mallara olan talep artınca işçi sınıfının büyüklüğü en az iki katına çıktı.

Mısır'da hafif sanayi, pamuk, demir ve çelik vardı. Irak ve İran'da ise demiryolu ve petrol işçileri. Her üç ülkede de kayda değer işçi hareketleri ve büyük komünist partiler vardı.

Ulusal direniş ve stalinizm

İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden 20 yıl içinde Ortadoğu kitle hareketleriyle sallandı. Bunlar birbirinden çok farkı olmayan sömürgecilik karşıtı mücadelelerdi. Hatta bunlardan bazıları içinde işçi sınıfının kilit rol oynadığı isyanlara dönüştü. Mücadelenin üç ana merkezi olan Mısır, Irak ve İran'daki kitle hareketlerinin toplumsal etkisi büyüktü. İşçi sınıfı örgütleri, genellikle muhafazakar olan küçük burjuvaziyi, kent yoksullarını ve köylüleri bile olumlu yönde etkiliyordu. İşçilerin yükselen mücadelesi, dinsel ve etnik ayrışmaların zayıflaması ve kadınların politik alanda çok daha etken olması demekti.

Bu ülkelerin her birinde komünist partilerin Halk Cephesi politikaları, kitle hareketini rayından çıkardı. Stalin'in Halk Cephesi politikalarının anlamı, komünist partilerin kendi ülkelerindeki "ilerici" burjuva güçler bulmak ve tüm desteklerini koşulsuz olarak onlara sunmak anlamına geliyordu. Bu politika Mısır, Irak ve İran'da felakete yol açtı.

Mısır

İngilizlerin İsrail devletinin kuruluşuna destek vermeleri, Mısır'da İngiliz yönetimine karşı büyük bir ayaklanmaya sebep oldu. Ancak 23 Temmuz 1952'de Nasır ve Özgür Subaylar Hareketi, İngilizlerin desteklediği Kral Faruk'u devirerek başa geçince, Mısır Komünist Partisi Nasır'ı kurtarıcı olarak gördü ve kayıtsız şartsız destekledi.

Komünist Parti'nin en etkin kanadı partiyi dağıtma kararı alırken "artık bir komünist partiye ihtiyaç olmadığını" söylüyordu. Nasır onları hapse atarken de aynı şeyi savunmaya devam ettiler. Mısır işçi sınıfı rejime baskı yapmaya devam ediyor, Nasır'ı ödün vermeye zorluyordu. Ancak en büyük sol parti tarafından satılmışlardı ve politik liderlikleri yoktu.

İran

2. Dünya Savaşı'nın getirdiği ekonomik büyüme ve politik değişim İran'da da işçi sınıfı hareketini körükledi. İngiltere ve Rusya'nın İran'ı işgal etmesinin ardından 1942 yılında başlayan grev dalgası, baskı gelince geri çekildi. Moskova çizgisindeki komünist parti Tudeh de büyümeye başlamıştı. Tudeh, Moskova'dan gelen emirler doğrultusunda grevlerin çoğunu desteklemedi (Moskova grev yanlısı değildi). 1946 itibariyle Tudeh'in çoğunlukta olduğu sendikalar konfederasyonunun 335 bin üyesi ve 186 tane de ilişkide olduğu sendika vardı. Petrol iş kolundaki işçiler içinde de Tudeh'in kontrolü olduğu söylenebilirdi.

Grev dalgası düştüğünde Tudeh, Muhammed Musaddık'ın lideri olduğu burjuva milli cephesine katıldı. Mart 1951'de burjuva milli cephesi iktidara geldi ve Musaddık Tudeh'in de desteğiyle başbakan seçildi. O sırada 45 bin işçi, İngiliz-İran ortaklığı olan petrol şirketine karşı grevdeydiler. Yeni hükümet İngiliz petrol şirketini ulusallaştırdı. Tudeh grevlere desteğini kesti ama işçiler buna rağmen 1951 yılında 186 büyük grev yaparak mücadeleye devam ettiler.

İngiltere ve ABD Şah'a, Musaddık'ı görevden alması için baskı yapıyorlardı. Tudeh de planlanan bu darbeye karşı ayaklanmalar örgütledi. Ancak Musaddık'ın burjuva ve küçük burjuva kesiminden destekçileri, emperyalistlerden çok işçilerden korkuyorlardı. Dolayısıyla Musaddık polislere gösterileri bastırma emri verdi. CIA, Musaddık'a karşı bir darbe düzenledi. Tudeh de, burjuva güçleri henüz onlara katılmaya hazır olmadığından, illegal olmaya karar verdi. Burada sorgulanması gereken İranlı işçilerin cesareti değil politik liderlikleriydi.

İranlı işçiler 1977-1979 yıllarında Şah'a karşı ayaklandıklarında, Tudeh bağımsız işçi örgütleriyle birlikte mücadele etmek yerine "ilerici" güç olarak gördüğü Ayetullah Humeyni'yi destekleyerek aynı hatayı tekrarladı.

Irak

Iraklı işçiler de cesurca ve başarıyla mücadele ettiler. 1946 Temmuzunda Kerkük'te petrol işçileri greve çıktı. Taleplerini kazanmalarına rağmen işten çıkarılan tüm militanlar geri alınana kadar işe dönmeyi reddettiler. Greve çıkanlar Arap, Kürt, Türkmen, Sünni ve Şiilerden oluşan bir gruptu. Irak işçi sınıfı, İngilizlerin desteklediği monarşiye karşı iki büyük ayaklanmanın belkemiğini oluşturuyordu: 1948'deki "Wathba" ve 1952'deki intifada. İşçi sınıfı hareketinde etnik veya dini bölünmüşlükler yoktu. Liderlikleri Şii, Sünni, Hıristiyan, Kürt ve Araptı. Irak Komünist Partisi Ortadoğu'nun en güçlü komünist partisi haline geldi.

Parti, El Kasım tarafından İngiltere destekli kralın devrilmesinde önemli rol oynadı. Sonrasında el Kasım'ın hükümetine katılan parti, işçi sınıfı eylemliliklerini azalttı.

Kasım 1961'de Irak Petrol Şirketi'ni kısmen ulusallaştırdı. Pakistan'ın da içinde bulunduğu, Sovyetler Birliği'ne karşı bir savunma anlaşması olan Bağdat Paktı'ndan da çekildi.

CIA, 1963 yılında Baas Partisi'ne darbe yaptırarak Kasım'ı devirdi. Komünist Parti liderlikleri katledildi.

Solun hali

Irak'taki ulusalcı rejim, işçi hareketini pasifize etmeyi başarmış bölgedeki yeni devlet kapitalizmi rejimlerinden biriydi. Bu rejimler solcu bir dille demagoji yapıyorlardı ancak aslında kapitalist diktatörlüklerdi.

Bölgenin genelinde, daha birkaç yıl önce emperyalizmi tehdit eden soldan eser yoktu. Bölgedeki komünist partilerin stalinist politikaları, devleti değişim getirecek araç olarak fetişize etmişti. Şimdi, ortaya çıkmasına yardımcı olduğu bu kapitalist rejimler tarafından eziliyordu.

Halk cephesi stratejilerinin geçmişteki feci sonuçlarına rağmen, Moskova 1960'larda Suriye ve Irak'taki komünist partilerine milliyetçi yönetimlere katılmaları direktifini verdi; Sudan ve Lübnan'da da aynı manevrayı yapmaya çalıştı. Bu ülkelerdeki sol, önceden bir prensip meselesi olarak karşı çıkılan din üzerinden ayrışma ve örgütlenmenin şimdi kabul edilmesi için tartışıyordu. Örneğin komünistler Suriye'de Alevi, Irak'ta da Sünni azınlık cemaatleri üzerinde yükselen Baasçı yönetimlere bu yüzden katıldılar. Sol artık, dil, etnisite ve din farklılıkları üzerinden yapılan politikaları onaylar durumdaydı. Oysa sömürgeciliğin körüklediği bu bölünmeler 1940 ve 50'lerin kitle hareketleri tarafından başarıyla zayıflatılmıştı.

Komünistlerin Baas'a destek vermeleri tuhaf sonuçlar verdi. Suriye Komünist Partisi, Baas Partisi'ni Arap dünyasındaki "bilimsel sosyalizmi benimseyen temel devrimci güçlerden biri" olarak tanımlıyordu.

Filistin

Solun işçi sınıfına ihaneti, islamcı politikaların güçlenmesinin yolunu açtı. Bu ihanet ayrıca Filistin hareketinin sonu karanlık bir yola sapmasına neden oldu. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) işte tam bu sıralarda, devlet kapitalizmine dayalı rejimlerin Mısır, Irak ve diğer Arap ülkelerinde güçlenmeye başladığı bir zamanda kuruldu. FKÖ liderliği de Stalinist sol ile aynı yolu izledi. Bölge işçi sınıflarına bakmak yerine Arap hükümetlerine yanaştı. Bu hükümetler Filistinlileri destekliyormuş izlenimi vermek istediler fakat başarılı bir Filistin mücadelesinin kendi işçilerini etkilemesinden yana değillerdi. Bu yüzden FKÖ'ye finansal destek verdiler fakat mücadeleyi frenlediler. Bu olay Filistin mücadelesinin diğer Arap ülkelerindeki işçi hareketleri ile bağlantısını kopardı.

İslami hareket

Bu süreç, FKÖ'nün İsrail içinde yerleşim ve "mini-devlet" çözümünde uzlaşmayı kabul etmesiyle sonuçlandı. Tam da soldaki yenilgilerin Mısır ve İran'da islamcılığın yolunu açtığı sırada FKÖ'nün uzlaşmasıyla, islamcı Hamas, Filistin'de büyük kitleler halinde kabul görüp güçlenmeye başladı.

Ortadoğu'da Sovyet Rusya'ya bakan sol, ulusalcı egemen güçlerle ittifak peşindeyken işçi sınıfını terk etmişti ama işçi sınıfı ne mücadelelerini ne de Filistinlileri terk etmedi. 80'li ve 90'lı yıllar boyunca Fas, Cezayir ve en önemlisi Mısır'da işçi hareketleri yaşandı. Sedat yönetimindeki Mısır, Sovyetler Birliği ittifakından uzaklaşıp, ABD ve İsrail'e yaklaştı. Bu dönemde gelişen işçi sınıfı hareketi Mısır rejimi tarafından çok kanlı bir biçimde bastırıldı. Bu süreç Sedat'ın kendi koruması tarafından öldürülmesine ve Mısır'da islami hareketin gelişmesine neden oldu. 1988 de işçi sınıfı ayaklanması olarak başlayan Cezayir "intifada" hareketi solun desteğinden yoksun kaldı ve islamcıların kontrolünde başka türlü bir harekete dönüştü.

Direniş

Ortadoğu halklarını 1920'lerin başında suni olarak bölen emperyalist güçler, bu bölünmüşlüğü korumak için her türlü hileye başvurdular. Buna rağmen 1945'ten sonraki 20 yıl boyunca büyük işçi hareketleri yaşandı. Solun başının ezilmesi ve işçi sınıfı ile bağlantısının kesildi ama yoğun baskı altında olsalar bile Ortadoğu’daki işçiler ve Filistinli gençlerin aşağıdan direnişi devam ediyor.

Şimdi, Irak işgal atında ve bir kez daha direnişin yükseldiğini görüyoruz. Şu anda direnişin başını sol değil imamlar çekiyor. İmamlar bile Şii ve Sünnilerin birliği çağrısı yaparak Irak hareketi geleneğine geri dönme eğilimindeler.

Dünyadaki Anti-Kapitalist savaş karşıtı hareket, Ortadoğu'da işçi sınıfı mücadelesi ve halkların kardeşliği üzerinden gerçek bir solun ortaya çıkması için bir yol açıyor. Arap işçileri, "Hristiyan" ülkelerde, milyonların Bush'un kirli savaşına karşı gösteri yaptığını görüyorlar. Lübnan’dan Simon Asaf, şöyle diyor: “Dünya çapındaki anti-kapitalist ve savaş karşıtı hareketlerin bileşimi sıradan Araplara umut veriyor. İnsanlar bir anda gerçek ittifakları olduğunu hissettiler, ‘küresel savaş karşıtı hareket’. Küresel mücadele büyüdükçe Arap dünyasında gerçek değişimi hedefleyen hareket de büyüyebilir.”

Beyrut'taki anti-kapitalist konferans ve Kahire'deki savaş karşıtı açıklama, tabandan gelen bir anti-kapitalist hareketin yükselmeye başladığını gösteriyor.

Ortadoğu'daki işçi sınıfı geleneği, bütün dinsel ve etnik kimliklerin kaynaşımı içinde, patronlara ve emperyalizme karşı birlik ve mücadele geleneğidir. Mısır'da Hıristiyanlar ve Müslümanlar, Irak'ta Şiiler, Sünniler, Araplar ve Kürtler İngiliz destekli petrol şirketlerine ve İngiliz kuklası hükümetlere karşı birleşmişti. Ortadoğu'da bu gelenek tekrar inşa edilmek zorunda. Çünkü, Filistin sorununu çözecek, bölgeye barış getirecek ve bölge zenginliğinin adil dağılımı sağlayacak böylesi bir birliktir.

Antikapitalist; Sayı 24; Haziran 2003

'İslami Hareket' sayfasına dön
sayfa başına dön