Güncelleme:
03.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Darbenin Karanlığına Dönmek

Askeri darbeler, bankalar ve sanayi burjuvazisinin kar oranlarının düşmesi ve iktidar blokunun o güne kadar yönetici konumunda bulunan parlamentonun toplumu yönlendirme ve kalıba sokma ayrıcalığını yitirdiği ve işçi sınıfın demokratik her türlü hak taleplerini aşağı çekmek, kar oranlarını yukarı çekmek için giriştiği zora dayanan çözümüdür. 27 Mayıs darbesiyle işçi sınıfının hak ve özgürlük taleplerinin artmasıyla birlikte Ordu’nun ülkenin siyasi arenasına daha cüretkar müdahalenin önünü açmakla beraber daha çok kurumsallaşmasını ve egemen sınıfa yakınlaşmasının temellerini atmıştır. 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan MGK’nın ülke yönetiminde verilen rol yasallaştırıldı. Ordu ülkenin politik ,sosyal ve ekonomik hayatın koruyucusu olarak yasalar tarafından tanınan özerk bir kurum haline getirildi. 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan bir önemli kurumda Ordu yardımlaşma kurumudur. OYAK’ın kurulmasıyla beraber ordu burjuvaziyle ilişkilerini artırmıştır. Burjuvazide bununla kalmayıp emekli olan generaller ve üst düzey ordu mensuplarını üst kademelere taşımıştır. 1960’ın ilk yarısından itibaren hızla gelişen sınıf mücadeleleri ve yeniden oluşan sınıf ittifakları 12 Mart 1971 darbesinin önünü açmakla beraber daha sert ve kanlı olmasının başlıca sebeplerindendir. 12 Mart darbesi ülkeyi kaosa götürmekten sorumlu tutulan hükümetin istifasını istiyor ve anayasanın öngördüğü reformları yapabilecek güçlü bir hükümetin oluşturulmasını talep ediyordu. Solda yaygın hava ise 12 Mart darbesinin 27 Mayıs darbesinin devamı olduğuna yönelik idi. 12 Mart darbesi kısıtlanmaya çalışılan halk ve özgürlüklerin artmasına yönelik olacağı idi. Ancak darbe sola karşı genel bir saldırı izledi. Türkiye İşçi Partisi, Dev Genç gibi dönemin devasa ve kitlesel sol örgütleri ortadan kaldırdı. THKO ve THKP-C’nin eylemlerinden sonra baskı daha da arttı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Göstermelik mahkemelerde insanlar asıldı. Binlerce solcu tutuklandı ve işkenceden geçti. Sendikalar ve sol yayınlar kapatıldı. 12 Eylül 1980 darbesi diğer darbelerden ayıran en büyük özelliği daha sistematik ve en uzun sürmesidir. 12 Eylül darbesi ülkenin politik yapısında köklü değişiklikler yapan ve en fazla baskı, işkence ve cinayetin yaşandığı müdahale oldu. Darbeciler Milli Güvenlik Kurulu aracılığla ülke yönetimini devraldıktan sonra partileri kapattı, siyasi liderleri tutuklattı. Sendika ve bütün dernekleri ortandan kaldırdı. 14 Eylül grevleri yasa dışı ilan edildi. Bütün bunlara rağmen 12 Eylül darbesi de diğer darbeler gibi “Demokrasiyi içine düştüğü açmazdan kurtarmak” iddiasıyla yapılmıştır. Türkiye’de yaşanan üç darbenin de gösterdiği gibi askeri darbelerde ansal olarak krizleri çözmüş gibi görünse de sistem krizleri yeniden ve yeniden üretmektedir. Ve yeniden yeni bir müdahalenin yolunu açmasıdır. 28 Şubat müdahalesi bu geleneğin yeni bir devamıdır. Ve 28 Şubat muhtırasına yol açan sorunlar olduğu gibi ortada durmaktadır. Egemen sınıf açısından siyasal temsil krizi devam etmektedir. Bu ise sol tarafından iyi değerlendirilebilirse güçlenmek işçi sınıfının lehine çözümler dayatmak için uygun fırsatlar sunmaktadır. Ama Türkiye’de sol darbeler karşında her seferinde doğru politikalar üretme taktikler geliştirme yeteneğine sahip olmadığı için krizden güçlenerek çıkamadı. Türkiye’de sol yaşadığı ülke topraklarında üç darbe görmesine rağmen 28 Şubat Müdahalesinin ya arkasına geçerek yada tarafsız kalarak kafa karışıklığı yaşamaktadır. Bundan ise karlı çıkan egemen sınıf ve ordu olmasıdır. Zararını ise yine ezilenler ve işçi sınıfı çekmektedir. Son 28 Şubat Muhtırasını destekleyen sol ve sendika liderlikleri işçi sınıfını yapay laik-anti laik diye bölerek egemen sınıfın işini kolaylaştırmaktadır. Darbeler konusunda çözüm ne ve kimin için çözüm? soruların bizim cevaplamamız gereken önemli sorulardır. Toplumda iki sınıf olduğuna göre biz işçi sınıfının çözümünü dayatacağız. İşçi sınıfının çıkarının darbelerin yanında tutum almak olmadığını anlatmak ve bulunduğumuz her yerde darbe teşhiri yaparak muhalefeti örgütlemektir.

Ortaçağ karanlığına karşı demokrasiyi koruduklarını iddia ederek islamcı harekete savaş açan generaller 28 Şubat’tan beri Meclise ardarda müdahale ederken, en son askeri darbenin kanlı ve karanlık günlerini hatırlamakta yarar var. 18 yıl önce 12 Eylül 1980’de ordu yönetimi bir darbeyle ele geçirdiğinde de iddia demokrasiyi korumak ve can güvenliğini sağlamaktı. Oysa 12 Eylül, diktatörlük yasaları altında işçilerin büyük ölçüde yoksullaştırıldığı, can güvenliği de dahil bütün demokratik hakların devlet terörü ile ortadan kaldırıldığı bir rejim getirdi. Yeni sömürü düzeni 24 Ocak’ta açıklanan ekonomik paket; devalüasyon, zamlar, sosyal harcamaların kısılması ve ücretlerin dondurulmasını gerektiriyordu. 1978’de cumhuriyet tarihin rekor düzeyine ulaşan grevler, 1979 ve 1980’de de devam etti. 12 Eylül’ün hemen öncesinde gerek özel gerek devlet sektöründe yüz binlerce işçi grevin eşiğindeydi. Parlamenter rejim altında işçiler acı reçeteyi kabul etmediler. Yeni ekonomik politikalar ancak sendikal hakların ve işçi sınıfı içinde önemli güç toplamış olan sosyalistlerin tasfiyesi ile uygulanabildi. Sendikal hakların tasfiyesi 12 Eylül rejiminin işçi haklarını yok etmesini Türkiye İşveren Sendikaları Başkanı Halit Narin “yirmi senedir biz ağladık onlar güldü. Biraz da onlar ağlasın” diye ifade ediyordu. 12 Eylül rejimi işçiden işverene büyük bir gelir transferini mümkün kıldı. 16 Eylül’de bütün grevler belirsiz olarak ertelendi. Aralık’ta uyuşmazlıklarda yetki Yüksek Hakem Kuruluna verildi. YHK’nun 9 üyesinden sadece ikisi, Türk-İş temsilcisiydi onlar da 1982’de istifa ettiler. DİSK, MİSK ve Hak-İş’in faaliyetleri durduruldu sendikaların hesaplarına el konuldu. MİSK ve Hak-İş için bu durum geçiciydi ancak DİSK tamamen kapatıldı, yöneticilerinin ve uzmanların çoğu yıllarca süren davalarda idam ve ağır hapis cezası istemiyle yargılandı. Darbe yönetimini destekleyen Türk-İş varlığını korudu. Genel Sekreteri Sadık Şide ilk hükümette Sosyal Güvenlik Bakanı oldu. Ancak buna rağmen Türk-İş’e bağlı Petrol-iş ve Yol-İş’in birçok şubesi kapatıldı, yöneticileri yargılandı. 82 Anayasası durumu yasalaştırdı. Sendikacılara siyaset yasağı, grev yasağının kapsamındaki işkolları artırıldı, sendikalarda devlet denetimi artırıldı, grev ertelemek kolaylaştırılırken grev kırıcılık resmiyet kazandı. Kıdem tazminatı hakkı sınırlandı. Tatil ve izinler kısaltıldı. İş sağlığı ve güvenliği konusunda işverenin yükümlülükleri azaltıldı. İşten çıkarmalar yoğunlaştı. Birbiri ardına yağan zamlar, sosyal haklardaki kesintiler ve grev yasağı birleşince işçi sınıfının hayat standartlarında ciddi bir düşüş yaşandı. 1979’da bütçenin yüzde18.7’si olan sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim harcamaları yüzde14’ün altına düştü. İşsizlik yüzde 20’lere tırmandı. İşçilerin gerçek ücretleri 1963 düzeyinin altına düştü. Kamu çalışanlarının 1981’deki ortalama gerçek ücreti 1976’dakinin yarısıydı. Ancak herkes yoksullaşmıyordu. 1980-88 arasında maaş ve ücretlerin Ulusal Gelir içindeki payı yüzde 32.79’dan yüzde13’e inerken kar, faiz ve rant gelirlerinin payı yüzde 42.88’den yüzde73’e çıktı. Bu dönemde nüfusun en zengin beşte birlik azınlığı, yaratılan değerlerin yüzde 60’ına el koyarken en fakir beşte birlik kesim sadece yüzde 2.63 ile yaşamaya çabalar hale geldi. Türkiye dünyada gelir dağılımı en bozuk altıncı ülke oldu. 12 Eylül terörü, özgürlükleri yok etti Sömürünün bu ölçüde artırılabilmesi siyasal özgürlüklerin ortadan kaldırılması ve muhalefetin bastırılması ile mümkündü. Ordu yönetimi, Meclisi kapatıp yasama, yürütme ve yargı yetkilerini Milli Güvenlik Konseyi’nde topladı. MGK kararları, kendisiyle çelişen yasaları yürürlükten kaldıran yasalara dönüştü. Bütün siyasi partiler feshedildi ve yöneticilerine siyaset yasağı konuldu. 24 bin derneğin faaliyeti durduruldu. 1970’li yıllarda yüz binlerce insanı seferber edecek güce ulaşmış kitlesel sol örgütler devlet terörü ile imha edildi. 12 Eylül’den sonra 650 bin kişi gözaltına alındı. 230 bin kişi yargılandı. Bunların 98 bini örgüt üyesi olmaktan yargılandı. İlk iki yıl içinde 15 bin kişi siyasi suçlardan hüküm giydi. İdam cezası istenen 1441 kişinin 1136’sı solculardı. 517 kişi idama mahkum edildi 49 kişi idam edildi. Darbe yılları gözaltı sürelerinin uzatıldığı, işkencenin sadece siyasi değil diğer suçlarda da standart sorgulama tekniği haline geldiği yıllardı. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Çoğu kez işkence iddiaları bastırıldı. Hapishanelerde sevk zincirleri, tek tip elbise zorunluluğu, görüş kısıtlamaları, zorunlu dersler, işkenceye eşlik ediyordu. 1402 sayılı yasa sıkıyönetim komutanlarının isteği üzerine kamu çalışanlarının gerekçesiz olarak işten atılmasını olanaklı hale getirdi. Darbenin ilk yılında 18 bin 525 kişi hakkında soruşturma açıldı. 10 bin civarında kamu çalışanı işten atıldı, uzaklaştırıldı veya sürüldü. Sansür ve İdeolojik bombardıman Sol dergilerin yasaklanması rejim için yeterli olmadı. 13 büyük gazeteye 303 dava açıldı ve gazetecilere toplam 4 bin yıl hapis cezası verildi. 973 film sakıncalı görülerek yasaklandı. 12 Eylül rejimi bir yandan bireylerin bütün politika yapma olanaklarını yok ederken diğer yandan toplumu zorunlu bir Atatürkçülük kampanyasına tabi tuttu. “Her ilçeye bir Atatürk heykeli her okula Atatürk büstü” kampanyası, Atatürk ilkelerinin okullarda zorunlu ders haline getirilmesi, işyerlerinde Atatürk resimlerinin asılması, okullarda istiklal marşı törenlerine verilen önem vb bunun parçasıydı. Ancak MGK artan işsizlik, düşen ücretler ve bozulan gelir dağılımının kuru bir Atatürkçülük propagandası ile unutturulamayacağının bilincindeydi ve her ne kadar sol örgütler ciddi ölçüde dağıtılsa da mücadele geleneğinin, hafızanın silinmesi gerekiyordu. Sol düşüncenin etkisini gidermek ve toplumu apolitikleştirmek için askeri rejim dini kullandı. Darbe döneminde din dersleri zorunlu hale getirildi, kuran kursları hızla yayıldı. Cami sayısında patlama oldu. Yeni 12 Eylül’ler istemiyoruz Bugün 12 Eylül’den on sekiz yıl sonra aynı kurum yani ordu islamcı harekete karşı mücadele gerekçesi ile siyasi yaşama giderek daha fazla müdahale ediyor. 12 Eylül’ün hala akıllarda olan anısı gösteriyor ki askeri darbe iddiaları ne olursa olsun askeri darbe işçiler için hızlı bir yoksullaşma, demokratik hakların yok edilmesi, baskı, işkence, kısacası kanlı bir diktatörlük demek.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 8; Eylül 1998

'Türkiye'de Durum' sayfasına dön
sayfa başına dön