Güncelleme:
09.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Enternasyonalizm Nedir?

Enternasyonalizm (uluslararasıcılık) fikri kapitalizmin işleyişinden çıkmaktadır. Eğer toplumdaki temel ayrım işçi sınıfı ile yönetici sınıf arasındaysa, Türk işçileri için, örneğin Yunan ve Arap işçiler dost, Türk yönetici sınıfı düşmandır. Yani sınıfsal çıkarların her zaman en önde tutulması, ulusal çıkarlarların önünde olmasıdır.

Kapitalizm bir dünya düzenidir. Bu nedenle kapitalizme alternatif olacak bir sistem de ancak dünya çapında gerçekleşebilir. Marks, Birinci Enternasyonal’in (ilk uluslararası işçi partisi) tüzüğünde bu konuya şöyle işaret ediyordu:

“...işçi sınıfının kurtuluşu ne yerel ne de ulusal bir sorundur; modern dünyanın bütün ülkelerini kapsayan toplumsal bir sorundur.”

Marks’ın dönemindeki “modern dünya” Avrupa ve Amerika demekti. Ancak bugün “modern dünya” bütün dünya demektir. Ulusal ekonomilere boyun eğdiren küresel ekonomik ilişkiler sözkonusudur. Şikago, Londra ve Frankfurt borsalarında sayısız hammaddenin fiyatı tesbit edilirken aslında milyonlarca işçi ve köylünün aç kalıp kalmayacağı belirleniyor.

Çin gibi bir ülke modernleşme planlarını gerçekleştirmek için Almanya ve Japonya’dan makinalar ithal etmek ve hammadde akışını garantilemek için Avustralya şirketinin hisse senetlerini satın almak zorunda kalıyor.

Kapitalizm dünyanın her köşesine girerken beraberinde kendi mezar kazıcısı olan işçi sınıfını da yarattı. Bu sınıf ister istemez uluslararası bir sınıf oldu. Dolayısıyla temel mücadele yöntemleri de bir o kadar uluslararasılaştı.

Genel grev gibi mücadelenin en yüksek noktalarında işçi hareketleri ulusal sınırları aşarak uluslararası bir şekil alıyor. 1980’lerin başında Polonya’da Dayanışma Hareketi Amerikan hava trafik kontrolörlerinden, Çinli ağır sanayi işçilerinden, Zambiya’daki bakır madencilerine kadar herkes için bir sembol haline geldi. İngiltere’deki madenciler grevine dünyanın her yerinden para yağdı ve Fransız, Belçikalı ve Avustralyalı liman işçileri dayanışma eylemleri yaptılar. 1989-1990 Zonguldak madencilerinin grevi ve Ankara Yürüyüşü sırasında yine uluslararası bir dayanışma hareketi yaşandı. Avustralya’da dayanışma eylemleri yapılarak Türkiye’nin kömür ithalatı durduruldu.

Büyük işçi kitleleri ancak böylesi anlarda kendilerini uluslararası bir sınıfın parçası olarak görebiliyorlar. Ne var ki böyle büyük mücadeleler hergün yaşanmıyor. İşçiler genellikle milliyeçiliğin, vatanseverliğin, ulusalcılığın etkisi altındadırlar. Abdullah Öcalan tutuklandığında ırkçılığa ve savaşa karşı tartışmanın ne denli zor olabileceğini hep beraber gördük.

Enternasyonalizmin özünü, Birinci Dünya Savaşı çıktığında Alman devrimci Karl Liebknecht’in “asıl düşman evdedir” şeklindeki tutumunda görebiliriz. Rosa Lüksemburg’un “bizden Fransız veya başka yabancı kardeşlerimizi öldürmemizi bekliyorlarsa onlara kesinlikle ‘hayır’ yanıtını vermeliyiz”şeklindeki çağrısı ise enternasyonalizmin gerçek yaşamda ne anlama geldiğinin mükemmel bir örneğidir.

Ulusal birlik?

Enternasyonalist olmak sadece başka ülkelerde süren mücadeleleri alkışlamak demek değil, bu mücadeleleri kendi egemenlerimize karşı muhalefeti güçlendirmek için kullanabilmektir. Kendi yönetici sınıfımıza karşı mücadeleyi örgütlemeden bu ilkeyi eyleme dönüştürmek mümkün değildir.

Dolayısıyla ABD’nin Irak’a, NATO’nun Kosova’ya müdahalesine karşı çıkmak yetmez. Türkiye’nin 15 yıldır Güneydoğu’daki kirli savaşını, bu savaş için para bulurken bizi neden mezarda emekli etmeye çalıştığını, eğitim ve sağlığa ayrılan kaynakların her yıl azaltıldığı gerçeklerini birbirine bağlamak zorundayız.

Depremzedelere ev yapmak için kullanılabilecek milyarlarca doların Türkiye’nin düşman olarak gösterdiği, ama Türk devletinden bile önce yardıma koşan komşu ülke halklarına karşı kullanılmak üzere silah alımına harcamaya devam etmesine de karşı çıkmak gerekir.

Gıda sektörü devlerinin ne kadar düşük ücretle işçi çalıştırdığını, insan sağlığından önce kârını düşünen Koç’un Migros’unu, Sabancı’nın Carrefour’unu görmezden gelerek “Mc Danolds go home” demek olsa olsa kötü bir ulusalcılık olur.

Uluslararası düşman?

Kendi egemenlerimizin yayılmacı maceralarına karşı tutum almamak işçi sınıfının çıkarlarını savunmaktan vazgeçmek anlamına geliyor. Ülke içinde sınıf mücadelesini kararlı bir şekilde verebilmek kendi egemenlerimize karşı tutarlı muhalefeti gerektiriyor. CHP’nin emekten ve işçi sınıfı çıkarlarından bu denli uzaklaşmasının en önemli nedenlerinden biri Kirli Savaşa karşı çıkmamasıdır.

Sosyalistler açısından ise savaşa karşı çıkmak ve emperyalist güç dengelerini sarsabilecek bütün ulusal kurtuluş mücadelelerini koşulsuz desteklemek enternasyonalizmin gereğidir. Ancak bu hareketlerin sınırlılığını, ulusal baskıları ortadan kaldırsa bile sınıfsal baskıyı, yani sömürüyü ortadan kaldıramayacağını açıkça dile getiririz. Ulusal baskılarla birlikte sömürüyü de ortadan kaldıracak olanın sosyalist bir devrim olduğu, bunun için de işçi sınıfının her türlü sınıfsal uzlaşmadan uzak, bağımsız çıkarları için mücadele etmesi gerektiğini anlatırız.

Nikaragua’da Sandanist hareketi, Güney Afrika’da ANC’nin (Afrika Ulusal Kongresi) verdiği mücadeleyi yıllar yılı destekledik. Ancak hareketin sınırlarına da sürekli işaret ettik. Hareketin liderliğini sevmediğmiz için değil, bir ulus olarak kurtuluşun dünya ekonomisinin cenderesini kırmayacağı için. Sandanista hükümeti bu basınç sonucu düştü. Güney Afrika’da 1995’de kurulan ANC hükümeti bugün kamu çalışanlarının kitlesel grevlerine polisle saldırıyor. Nikaragua’da özel sermaye devam ederken Güney Afrika yönetimi uluslararası sermayeye sevimli görünmek için ücretleri enflasyonun altında tutuyor böylece işçilerin daha fazla sömürülmesini sağlıyor.

İşçilerin birliği

Kapitalizm ve sermaye artık dünyanın her köşesine nüfuz etti. Dünya çapında sosyalist bir sistem kurulmasının koşulları bugün geçmişte hiç olmadığı kadar daha uygun. Üretim kapasitesi, sermaye birikimi, teknoloji, kısacası üretici güçler o kadar gelişti ki artık herkesin ihtiyacını karşılayacak ama kâra dayanmayan bir sistem oluşturmak çok mümkün.

Kapitalizm bir dünya sistemi olduğu için kurtuluşu bir tek ülkede gerçekletiremeyiz. Rusya’nın 1917 Devrimi sonrası izole olması ve Stalin’in önderliğinde batıyla rekabete girerek sömürü düzenini geri getirmesi bunun acı bir kanıtı. Stalin “Batı’dan 30-40 yıl gerideyiz. Bu arayı 10 yılda kapatmalıyız” diyordu. Böylece SSCB’deki milyonlarca işçi ve köylü daha fazla değer üretmeye zorlandı. Elde edilen artı değerin yeniden kullanımını belirleyen ise insan ihtiyaçları olamazdı. Bu değer, rekabet ortamının gereklerine göre kullanıldı. Sonuç, “üretim için üretim; birikim için birikim” oldu yine.

Sosyalizmin özü olan “işçi kontrolü” yok oldu. Sosyalizm, “ulusal ekonomiyi geliştirme” ile özdeşleştirildi. Fatura yine işçi sınıfına çıkarıldı.

Rus devrimi ulusal sınırları kırmanın mümkün olduğunu göstermişti. Değişik uluslardan milyonlarca işçi ve köylünün birbirini öldürdüğü Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine neden olduğu gibi Almanya, Macaristan, Finlandiya, Avusturya’daki devrimlerin fitilini ateşledi. Bütün Avrupa işçi ayaklanmalarına sahne oldu. Bu devrimci dalga sonunda yenildi ama enternasyonalizmin soyut bir kavram olmadığını, yaşama geçirilebileceğini gösterdi. Marks ve Engels’in Komünist Manifesto’nun son cümleleri olarak yazdıkları kısa bir süre de olsa hayata geçmişti:

“İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yok. Ancak kazanacakları bir dünya var. Bütün dünyanın işçileri birleşin!”

Marks ve Engels için olduğu gibi bizim açımızdan da bunlar süslü laflar değil, eylem kılavuzumuz.

Milliyetçilik Mi, Enternasyonalizm Mi?

Marmara’da yaşanan deprem son yıllarda iyice yükseltilen milliyetçiliği de derinden sarstı. Yıllarca “herkesin Türkiye’nin topraklarında gözü olduğu” fikri ve “Cennet vatan” safsatasıyla milliyetçilik körüklenmişti. Ancak, “çevremizi düşman sarmış” fikrinin büyük bir yalan olduğunu yaşayarak gördük. Bu “cennet” vatanı bölmek isteyen iç ve dış düşmanlara karşı neden birlik olmamız gerektiği anlatıldı. Yunanlılar kahpe, Araplar kalleş, Ermeniler soyu bozuk, İranlılar irticacıydı. Hepsi düşmandı bize. Cenneti bölmeye çalışıyorlardı. PKK Ermeni uşağı, Kürtler emperyalistlerin oyuncağıydı.

Ancak bu “cennet” moloz yığını olup tepemize yıkıldığında düşman olarak tanıtılan bu halklar yardım etmek için adeta yarıştılar. Türk, Kürt, Yunan, Arap, Ermeni demeden milyonlarca insan tek bir yürek olup ölenlere üzülüyor, kalanları kurtarmaya çalışıyordu. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” sözünün kuyruklu bir yalan olduğu ortaya çıktı.

Yardımların önündeki en büyük engel ise yöneticiler, onların kuralları ve milliyetçilikti. Hükümet ortağı olan faşistler gelen yardımları bile geri yollayacak kadar ileri gittiler.

Deprem sonrası yaşananlar, açıkça gösterdi ki bölge halkı arasında düşmanlıktan çok dayanışma duygusu hakim. Yapılan yoğun milliyetçi propogandaya karşın kardeşlik ve dayanışmanın bu kadar hızla ortaya çıkabilmesi enternasyonalizmin bir hayal olmadığını, bütün dünya halklarının ortaklaşa ve kardeşçe yaşayacağı bir dünya kurmanın mümkün olduğunun kanıtıdır.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 8; Eylül 1999

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön