Güncelleme:
14.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Devletler Kimin İçin Çalışır?

Devlet nedir?

Küçük bir asalak azınlığın büyük bir üretici çoğunluğu sömürdüğü bir toplumda yaşamaktayız. Bu durum yüzyıllardır hep aynı. Değişen sadece sömüren ve sömürülen sınıflar ve sömürünün biçimi oldu.

İlk başlarda köle sahipleri kölelerin kanını emiyordu. Sonraları da toprak ağaları toprakla birlikte alınıp satılan köylülerin efendisiydi.

Şimdilerde patronlar düzeni olan kapitalizmde yaşıyoruz. Sömürü, bu sistemin de temelini oluşturuyor.

Peki nasıl oluyor da bir avuç azınlık büyük bir çoğunluğun sırtından, onları sömürerek yaşayabiliyor? Sadece küçük bir azınlığın çıkarına olan bu düzen büyük çoğunluğa karşı nasıl korunuyor?

Devlet kurumunun gerçek yüzü bu soruların yanıtını verirken ortaya çıkıyor.

Sömürünün olmadığı ilk toplumlarda devlet de yoktu. Bu toplumlarda yaşayan insanlar çok ilkel de olsa ancak kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar üretebiliyorlardı. İnsanoğlu daha çok üretmenin yollarını öğrendikçe bu ilkel ihtiyaçlar için gerekenden fazlasını da üretmeye başladı. Üretimdeki bu fazlalığın kontrolü hızla toplumdaki küçük bir azınlığın elinde toplandı. Artık sömürü vardı. Sömürenler azınlık, sömürülenler çoğunluktu. Sömürenler bu sömürü düzenini yani kendi çıkarlarını korumak için baskı ve şiddet kullanmak zorundaydılar. Bu ihtiyaç nedeniyle ilk devletler ortaya çıktı.

Devlet, ilk ortaya çıktığından beri hep üretimi kontrol eden sınıfın üreten sınıfa karşı egemenliğini devam ettirmesinin aracı olageldi. Üretimi kontrol edenler yani yönetenler bugüne kadar hep toplumun azınlığını oluşturdukları için de devlet her zaman baskı ve şiddet aracı oldu. Aksi takdirde azınlığın çoğunluğu sömürmesi mümkün olmazdı. Böylece devlet, şiddetin cisimleşmiş hali ve zorun örgütlenmesi olarak karşımıza çıktı.

Devletin bel kemiği: Ordu

Eğer her devlet yönetici sınıfın toplum üzerindeki baskı aracıysa ve yönetici sınıf toplumun küçük bir azınlığıysa düzenli ordu kaçınılmazdır. Çoğunluğun sömürü düzenine karşı ayaklanmalarını bastırmak ancak silahlı, yukarıdan aşağıya emir-komuta sistemiyle çalışan düzenli bir orduyla mümkün olabilir. Daha hafif silahlarla donatılan ve sayıca daha küçük bir güce sahip olan polisin başedemediği her ayaklanma karşısında askeri bulur.

Kapitalizmin işlemesi rekabete dayanır. Her patron diğer patronla, hem ulusal sınırlar içinde hem de uluslararası piyasalarda rekabet etmek zorundadır. Patronlar kendi ulusal pazarlarını rakiplerine karşı da korumak zorundadırlar. Bu rekabet de düzenli orduyu zorunlu kılar. Örneğin ABD kökenli çokuluslu petrol şirketleri Körfez’deki çıkarlarını korumak için özel ordular kurmazlar. Bu ihtiyacı Amerikan ordusu aracılığıyla giderirler.

Neden askeri darbeler oluyor?

Kapitalizmi önceki toplumsal sistemlerden farklı kılan rekabet ve birikim güdüsüdür. Sistemi belirleyen “üretim için üretim, birikim için birikim” yapmaktır. Her patron ya da devlet sistem içinde birbiriyle rekabet edebilmek için daha çok yatırım yapmak, en yeni makinaları, teknolojiyi kullanmak zorundadır. Bu durum rekabet içindeki tek tek patronları da içine çeken bir karmaşıklık ve düzensizlik yaratır.

Sistem bu nedenle zaman zaman krize girer. Kâr oranları düşer, bazı işyerleri iflas eder. İşsizlik artar. Kârları yeniden eski seviyesine çıkarmak için üretimi ve toplumsal ilişkileri yeniden düzenlemek gerekir.

Böylesi durumlarda bütün patronlar açısından en uygun yol ücretleri yani çoğunluğun yaşam düzeyini düşürmektir.

Bu amaca ulaşmalarının önündeki en büyük engel işçi sınıfının direnişi olacaktır. Yönetici sınıf böylesi bir direnişle karşılaşmamak, yoksulların kendilerini ifade etmesini engellemek için demokratik hak ve özgürlüklere saldırır, parlamenter sistemi ayakbağı ilan edip bir kenara iter, silahlı kuvvetleri devreye sürerler. Eğer varolan parlamenter sistemle istediklerini yapamazlarsa askeri darbeye gerek duyarlar.

Kapitalist rekabet ve eşitsiz gelişim kimi zaman da patronlar arasındaki çıkar çatışmalarını var olan düzenlemelerle sürdürülemeyecek boyutlara ulaştırır. Ekonomik alanda köklü değişiklikler yapılması ihtiyacı doğar. Bu değişiklikler bazen sermaye işçindeki farklı grupları karşı karşıya getirir. Ekonomik ve toplumsal yaşamda büyük değişiklikleri hızla yapma ihtiyacı egemen sermaye grubu açısından askeri darbeyi gerekli kılabilir.

Yönetici sınıf açısından kendi egemenliğinin sorgulanması ve bu egemenliğe karşı muhalefetin örgütlülük düzeyinin tehlikeli boyutlara çıkması da parlamentoya askeri müdahale yapılmasına neden olabilir.

Yukarıda sıralanan koşulların bir kısmının ya da tümünün biraraya gelmesi, yönetici sınıf açısından askeri darbe seçeneğini gündeme getirir.

Kısacası yönetici sınıf kendi sömürü düzenini korumak ve kârlarını artırabilmek amacıyla gerekli gördüğünde varolan demokratik hak ve özgürlüklere saldırır. Bu saldırısında bazen de orduyu kullanır ve parlamentoya müdahale eder.

Ancak yönetici sınıfın askeri diktatörlük ya da kukla bir parlamento tercihinin gerçekleşebilmesi işçi sınıfının mücadelesine bağlıdır. Bir genel grevle, işçilerin genel bir direnişiyle karşı karşıya kalan darbe girişimleri bugüne kadar başarılı olamamıştır.

Ordu sermaye ilişkisi

Bütün ülkelerde altlarındaki yüzbinlerce askeri yöneten ve kontrol eden orduların üst düzey yetkilileri o ülke yönetici sınıfının bir parçasıdırlar. Tıpkı kendi fabrika ya da işyerleri olmayan diğer devlet yöneticileri gibi onların çıkarları da bu sömürü düzeninin devam etmesindedir.

Diğer devlet kurumlarına göre daha merkezi örgütlenen ve daha katı bir disipline sahip olan orduların yöneticileri düzenin korunması ve gerektiğinde yeniden şekillenmesi için kolayca harekete geçerler.

Öte yandan askeri bürokrasi ya devletlerin devasa silah fabrikalarının doğrudan yöneticileri ya da silah satıcılarıyla doğrudan ilişki içindedir.

Silah sanayi dışında da ordulaın ortak olduğu sayısız şirket vardır. Ordudan emekli olan gernaller devlet ve özel sektörde şirketlerin yönetim kurullarında görev yaparlar. Geçmişteki hizmetlerinden (!) dolayı ödüllendirilirler.

Önemli olan fikirsel egemenlik

Ordu ve polis gibi silahlı güçler sömürücü sınıfların devletleri açısından çok önemlidir. Ancak bu kurumların güçleri sınırlıdır. Çoğunluğun katıldığı bir ayaklanmayla ne polis ne de ordu başedebilir. Polisler zaten sayıca en fazla birkaç yüzbin kişiden oluşur. Orduyu oluşturanlar ise kendi ana babaları ve kardeşlerine kurşun atmak yerine orduyu terkederler. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Ancak yönetici sınıf kendi sömürü düzenini korumak için başka araçlara da sahiptir. Bunlar arasında en önemli olanı fikirsel egemenliktir. Örneğin toplumda “böyle gelmiş böyle gider”, “her koyun kendi bacağından asılır”, “bu milletten adam olmaz” gibi anlayışların egemen olması bir tesadüf değil; yönetici sınıfın isteğidir.

Marks, bu fikirsel egemenliği anlatırken “toplumda egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir” demişti. Toplumun çoğunluğu egemenlerin istediği gibi düşündüğünde ordu, polis, mahkemeler, cezaevleri gibi devlet kurumlarına da pek iş düşmez.

Sömürücü sınıf kendi fikirlerini yaygınlaştırmak için her tür yöntemi kullanır. Eğitim sistemi, din, gazete ve televizyonlar, bürokrasi, onbinlerce kural hep bu amaçla kullanılır. Yönetici sınıf böylece toplumun çoğunluğunu kendi liderliğindeki sömürü ilişkilerine ikna eder. Ancak ikna edemediği zamanlar polisiye tedbirlere, bu da yetmediği zaman askeri önlemlere başvurur. Örneğin bu fikirsel egemenliği sınırlı bir alanda da olsa aşarak daha iyi yaşayabilmek için yasadışı greve çıkan işçiler karşılarında polisi, polis yetersiz kalırsa orduyu buluverirler. Zonguldak maden işçilerinin Ankara yürüyüşü ya da Endonezyalı ve Zimbabyeli işçilerinin mücadelesi bu durumun yakın tarihteki çarpıcı örnekleridir.

Yönetici sınıfın fikirleri toplumdaki egemenliğini yitirdiği zamanlarda, yani fikirsel egemenlik kırıldığı zamanlarda sömürücü sınıf sadece zor kullanarak, uzun süre iktidarda kalamaz. Milyonların fikirleri ise ancak kendi eylemleri sırasında, kitle grev ve gösterilerinde, onbinlerce işyerinde işçi komiteleri oluştuğu ve bu komiteler aracılığıyla mücadeleye yön vermeye çalıştıkları zamanlarda değişir. Yönetenlerin yönetemez, yönetilenlerin ise yönetilemeyi reddedikleri böylesi zamanlar devrimci durumlardır.

İşçi iktidarı, yani sosyalizm işçilerin çoğunluğu için ancak devrimci durumlarda umutsuz bir hayal olmaktan çıkıp gerçek bir alternatife dönüşebilir. O gün nihai zafere ulaşmak, bugünden büyük küçük demeden ezilenlerin her mücadelesi içinde yer alarak egemen fikirlerle savaşan devrimci bir partinin inşasıyla olanaklı olabilir.

Eski İşçi Demokrasisi; Sayı 2; Mart 1998

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön