Güncelleme:
14.11.2006
             

 

Site içi arama


google'da ara
antikapitalist'te ara


Türkiye’de Anti-Faşist Mücadele

1969 yılında sadece yüzde 3 oy potansiyeline sahip olan faşist hareket, dünya ölçeğinde 68 hareketiyle yükselen ve giderek radikalleşen öğrenci ve işçi hareketini bastırmak üzere örgütlendi. Bu dönemde gelişen toplumsal hareketi bölebilmek için her türlü toplumsal, ahlaki, etnik ayrımı körüklediler, anti-komünist propaganda üzerinden şiddete dayalı bir örgütlenme inşa ettiler.

Bir yandan öğrencilere, işçilere, Kürtlere saldırırken diğer taraftan Alevilere karşı Sünnileri provoke etmeye çalışıyorlardı. Güvenlik güçlerinin meşru zeminde yapamadıklarını yaptırmak üzere kullandığı ülkü ocakları ve MHP'ye sınırsız hareket olanağı ve ekonomik destek sağlanmaktaydı. Tüm bu olanaklara rağmen 1980 darbesi öncesindeki dönemde faşistler oylarını yüzde 8'in üzerine çıkaramadılar ve toplumun büyük çoğunluğunun gözünde kendisinden farklı olanlara şiddet uygulayan, her türlü demokratik mücadele karşısında devletin bekçi köpekliğini yapan marjinal bir hareket olarak kaldı. Faşist hareketin en önemli özelliği örgütlü işçi sınıfına ve dolayısıyla sol'a düşman olması. Faşistleri durduracak temel gücün de işçi sınıfında olduğu Türkiye'deki anti-faşist mücadele tarihinden rahatça görülebilir.

Uşak'ta üç gün süren direniş

16 Mart 1977'de polisin de desteğini arkasına alan ülkücüler Uşak Eğitim Enstitüsü'nde okuyan kız öğrencilere saldırdılar. Öğrencilerin çığlıklarını duyan herkes okulun önünde toplandı. Faşistlerin kalabalığa ateş açması sonucu Haydar Öztürk adlı bir öğrenci yaralandı. Haydar'ın MHP'li doktorların ihmali sonucu kan kaybından ölmesi kalabalığın doktorlara saldırmasına neden oldu. Cenaze törenine katılanların bir kısmı polis tarafından gözaltına alındı. Gözaltındakilere işkence yapıldığına dair haberler şehirdekileri öfkelendirdi. 8 bin kadar insan Valiliğe doğru yürüyerek, gençlerin serbest bırakılmasını talep ettiler. Üzerine ateş açılmasına rağmen dağılmayan kalabalığın direnci karşısında gözaltındakiler serbest bırakıldı.

Diyarbakır Türkeş'e geçit vermedi

Türkeş 25 Haziran 1975'de Diyarbakır'dan başlayacak bir "güneydoğu gezisi" düzenledi. Gezi öncesinde "savulun Türkeş geliyor!" sloganları ile şehri tehdit eden faşitler kalenin surlarına üç hilalli büyük bir bayrak bile astılar. Bu ırkçı gösteriler karşısında sokaklarda toplanan insanlar "katil Türkeş", "kahrolsun faşitler" diyerek sloganlar atmaya başladılar. Polislerin anti-faşitlere saldırmasına rağmen kitlelerin öfkesi yatışmadı. Türkeş sokağa bile çıkamamış, valilik binasında saklanmak zorunda kalmıştı.

Bu dönemde Türkiye'nin bir çok şehrinde ve kasabasında Türkeş'in ziyaretlerine karşı kitlesel gösteriler gerçekleşmekte, MHP'nin anti demokratik yüzü kitlesel bir şekilde deşifre edilmekteydi.

Çorum'da katliam durduruldu

1979'da faşistler Alevi karşıtı propaganda yaparak Çorum'da ikinci bir Kahramanmaraş katliamı yaratma isteği içindeydiler. Devrimciler bu durumu öğrendiler. Milönü mahallesinde hızla anti-faşist birlik inşa edildi. Askeri araçlardan başlatılan saldırıya karşı hızla barikatlar kuruldu. Yolları denetim altına alarak faşitlerin daha fazla insan yollaması engellendi. Sünniler ikna edilmeye çalışılarak MHP'lilerin istediği kutuplaşmaya karşı mücadele edildi.

Faşizme İhtar Yürüyüşü

İstanbul Üniversitesi'nin Merkez Binası "Merasim Birliği" adlı polis destekli faşist bir grup tarafından tutulmaktaydı. Faşistler pozisyonlarını koruyabilmek için katliamlar gerçekleştiriyordu. Okulu faşistlerden temizlemek için kararlı olan öğrenciler okullar açılmadan haftalarca önce anti-faşist birlik inşa etmeye başladılar. Memleketlerine gidenler mücadele için geri çağırıldılar. Merkez binasını ne olursa olsun faşistlerin elinden almak gerektiğini düşünen kararlı bir kitle vardı. 16 Mart günü öğrenciler Merkez Bina'ya doğru yürümeye başladılar. Ancak faşist öğrenciler o gün okulu sessizce terketmişlerdi. Öğle saatlerinde nedeni ortaya çıkmıştı. Kitlenin üzerine bombalar atıldı ve ateş açıldı. Bu saldırıda yedi öğrenci öldü. Toplanan 2.000 kişi Merkez Bina'nın işgaline karar verdi. Ertesi gün öğrenciler, sendikalar, emekçiler, barolar ve meslek odalarıyla hep birlikte faşizme karşı dev bir cenaze töreni düzenlendi. Bu katliam sonrasında DİSK diğer sendika ve grupların da desteğiyle 20 Mart 1978'de sınıf mücadelesine "Faşizme İhtar Yürüyüşü" diye geçecek eylemini düzenledi. Bir çok kentte düzenlenen mitinglerde yüzbinlerce insan polisin engellemelerine karşın protestolara katıldı. Bu mücadeleden sonra faşistler üniversitelerde 3 ay boyunca görünmediler.

Birleşik işçi cephesi faşistleri geri püskürtüyor

Faşist saldırılara karşı gelişen kendiliğinden tepkiler mücadelenin mayası olurken, örgütlü mücadele tam da Troçki'nin dediği gibi "çoğunluğu insan tozu" olan faşistlerin gerilemesine hatta yeryer dağılmasına neden oluyordu.

70'lerin ortasından itibaren Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) öğretmenler arasında kollektif mücadeleyi örgütlemekte, emekçilerin geniş bir kısmını etrafında toparlayacak güvenli bir çekim gücü yaratmaktaydı. 12 Eylül öncesinde 200.000 üyesi ve sınıf hareketinde moral kaynağı bir role sahipti. 15 Şubat 1975'de "Faşizmi ve Pahalılığı" protesto etmek için 67 ilde salon topantıları düzenlendi.

1976 yılında DGM'lerin kapatılmasına yol açan 50.000 kişilik "DGM'ye Hayır" mitingingleri düzenledi.

Maraş katliamının birinci yıldönümünde Töb-Der, Tüm-Der, Tüs-Der üyeleri ve teknik elemanları, hemşireler ve anti-faşist kitleleri içine alan büyük gösteriler gerçekleşti. Öğrenciler bu havada derslere girmeyerek gösterileri inşa ettiler. Heryer afişleniyor, sokaklarda bildiriler dağıtılıyordu. Gecekondulara müdahale etmeye çalışan polis ve jandarma karşılaştıkları direniş somucunda geri çekilmek zorunda kaldılar. İşçiler iş bıraktılar. Faşist memurlar dairelerine giremediler.

Bu gösteriler faşizme ölümcül bir darbe indiriyordu. anti-faşist öfkenin fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda, sokaklarda ortak talepler etrafında örgütlenmiş olması faşistlerde çözülmelere ve panik havasına yol açtı. 1979'un ikinci yarısına dağılma noktasına gelen milliyetçi hareket raporlarında faşistlerin "büyük bir korku içerisinde.." olduğu kabul ediliyordu.

Anti-faşist mücadele solu yükseltti

Anti-faşist mücadele hem faşistlere karşı mücadeleyi ve hem de onun kaynağı olan kapitalizmi zayıflatıyor. DİSK'in ve Töb-Der'in örgütlediği eylemler hem faşizmi durdurmakta, hem de sınıf hareketini güçlendirmekteydi. 1975'in yaz aylarında Diyarbakır'dan Türkeş'in kovulması, Töb-Der'in 67 ilde düzenlediği "Faşizmi ve Pahalılığı" protesto eylemleri gibi eylemler döneme damgasını vurdu. Grevler, iş bırakmalar, iş yavaşlatma eylemleri yönetici sınıfı zorluyordu. Dönemin İçişleri Bakanı "Grev ve iş bırakmalar alışkanlık haline geldi" diyerek uyarıyordu. Patronlar hükümetin "işçi hareketine karşı sessiz kalmamasını" istiyordu. İşçi eylemleri ve anti-faşist gösterilerin yüksek olduğu bu dönemde yapılan kısmi senota seçimlerinde CHP oylarını 8 puan arttırarak yüzde 43,3'e çıkardı. MHP oylarını yükseltememiş, yüzde 3,2'de kalmıştı. Sol sokakda ve sınıf mücadelesinde gücünü hem faşistlere hem de patronlara karşı gösterebilmişti.

12 Eylül'de iktidara gelen kimdi?

Faşist parti MHP oylarının %7,6 olduğu, sosyal demokratların % 40 olduğu bir dönemde 12 Eylül askeri darbesi yaşandı. Faşist çetelere karşı mücadele eden sol hazırlıksız yakalanmıştı. Tüm demokratik kitle örgütlerini kapatıp, liderlerini hapse atan generaller; solcularla birlikte, faşistleri de hapishanelere yolladılar.

Türkeş 80'lerin başında "fikirlerimiz iktidarda ancak biz içerideyiz" diyordu. Egemen sınıf yükselen ekonomik krize, siyasi istikrarsızlığa ve işçi hareketine karşı yeni ekonomik reçeteyi uygulayabilmek için generaller aracılığıyla müdahale etti. O zamana kadar kullanıp, beslediği faşistlere de askeri darbe koşullarının istikrarı sağladığı dönemde "sizin gibi sokak çetelerine de ihtiyacım yok" demişti.

Sol, kapitalizmin krizine ilaç olsun diye beslenen faşistlere karşı mücadele ederken, egemen sınıfın güvenlik güçlerine karşı hazırlıksız yakalandı. 80 öncesi mücadelenin temel sorunu, faşizme karşı kitlesel mücadele vermek değil, sol güçlerin patronların iktidarına karşı işçi iktidarını savunamamasıdır.

Yeni İşçi Demokrasisi; Sayı 4; Mayıs 1999

'Antikapitalist nedir' sayfasına dön
sayfa başına dön